Anasayfa | KİM İÇİN | NE İÇİN |   NASILİletişim |   
 

 

 

 

Sadece mukaddes dinlerin, kutsal kitapların, peygamberlerin, din adamlarının sevap kazanmak için bize telkinlerinin ve tavsiyelerinin ötesinde sevgiden, şevkatten, merhametten yoksun yetim ve öksüz çocuklarımıza yardımcı olmayı İNSANİ bir görev ve sorumluluk addediyoruz...

 

 

 

 

Yetim ve Öksüzleri Korumak ve Gözetmek Konusunda Muhtelif Hadisler, Güzel Sözler

 

 

 

Yetimi güzel terbiye ederek büyütenle Kıyamette beraber oluruz.

Buhari

Akraba veya yabancı bir ye
timi kendisini kurtarana kadar bakana Cennet vacip olur.

Ebu Davud

Allahü teâlâ, yetim bulundurulan ve ona iyilik yapılan evi sever.

Taberani

Yetime yakın ol, ona acı, başını okşa, beraber yemek ye! Böyle yapanın, kalbi yumuşar ve ihtiyaçları karşılanır.

Haraiti

Evlerin en iyisi, yetime iyilik yapılan evdir. En kötüsü de yetime kötülük edilen evdir.

İbni Mace

Çocuklarının hepsini aynı derecede tutup, yetime haksızlık eden Allah’tan uzaklaşmış olur. İbni Asakir

Yetimlerin, fakirlerin geçimini üstüne alan, Allah yolundaki bir mücahid gibi veya gündüz saim, gece kaim sevabına kavuşur.

Buhari

Cennette “Dar-ül-ferah” denilen köşke, ancak, müminlerin yetimlerini sevindiren girer. İ.Neccar

Kalbinin yumuşamasını ve hacetinin görülmesini istersen, yetime acı, onun başını okşa ve ona yediğinden yedir.

Taberani

Yetimi ağlatmaktan sakının!

İsfehani

Şu iki zaif hakkında Allah’tan korkun! Dul kadın ve yetim çocuk.

Beyheki

Yetim talebesine gücünün yetmediği işleri teklif eden hocaya elim bir azap vardır.

İ.Rafii

Kıyamette, Allah katında büyük günahların en büyüğünden biri yetim malı yemektir.

İbni Hibban

 
 

 


 

  

Hz. Peygamberin Yetimlere Karşı Davranışı

 

Kur’ân-ı Kerîm’de yetimin muhâfazasına dâir pek çok âyet-i kerîme vardır. Allah Teâlâ, yetimlere karşı hassas olmayı şöyle telkîn eder:

 

“Yetime karşı kahretme! Kötü muâmelede bulunma!” ed-Duhâ, 9

 

“…Yetimlerin haklarını vermekte tam adâleti gözetin. Yaptığınız her iyiliği, Allah mutlaka bilir.” en-Nisâ, 127

 

Hayâta gözlerini yetim olarak açmış olan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“Yetime karşı şefkatli bir baba gibi ol!”

 

tavsiyesinde bulunmuştur.Heysemî, VIII, 163

 

Diğer bâzı hadîs-i şerîflerde de şöyle buyrulur:

 

“Müslümanlar içinde en hayırlı ev; içinde yetime iyi davranılan evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de yetime kötü davranılan evdir.” İbn-i Mâce, Edeb, 6

 

“Bir kimse, müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” Tirmizî, Birr, 14/1917

 

“Bir kimse sırf Allah rızâsı için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap yazılır…” Ahmed, V, 250

 

Rahmet Peygamberi Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, toplumdaki kırık kalplere karşı, gerekli ictimâî vazîfelerin yapılmasını ısrarla tavsiye ederlerdi.

 

Bir defâsında:

 

“Kim mes’ûliyeti altındaki kız veya erkek yetim çocuğuna iyi davranırsa; o ve ben cennetteşöylece beraber bulunacağız.” buyurarak iki parmağını yanyana getirmişlerdi.

Buhârî, Edeb, 24

 

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e birisi kalbinin katılığından şikâyet etti. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de o kişiye tedâvî olarak:

 

“Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan fakiri doyur, yetimin başını okşa!” tavsiyesinde bulundu.Ahmed, II, 263, 387

 

Pek ulvî bir rûha sahip olan Fahr-i Kâinât Efendimiz, ümmetinin yetimleriyle bizzat meşgul olmuşlar ve insanlık âlemine şu güzel misâli hediye etmişlerdir:

 

“Ben, her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha yakınım. Bir kimse ölürken mal bırakırsa o mal kendi yakınlarına âittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana âittir; yetimlere bakmak da benim vazîfemdir.” Müslim, Cuma, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7

 

Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

 

Vefâtı esnâsında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanındaydık. Bize üç defâ:

“Namaz husûsunda Allah’tan korkun!” dedi. Sonra da şöyle buyurdu:

 

“Emriniz altındaki insanlar hakkında Allah’tan korkun, iki zayıf hakkında Allah’tan korkun: Dul kadın ve yetim çocuk. Namaz husûsunda Allah’tan korkun!”

 

Sonra, “namaz, namaz” diye tekrar etmeye başladı.Mübârek lisanları söylemez olunca bile rûh-i mübârekleri çıkıncaya kadar bunu içten içe tekrar edip durdular.Beyhakî, Şuab, VII, 477

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, yetim olarak dünyâya gelmesi ile dünyâda ve âhirette yetimlik izzet ve şeref kazandı.

 

 

 

 

Menkibe


Hayatini günahlarla doldurmuş adamın biri yağmurlu ve çamurlu bir günde ayağı kayıp yere düşer Düşerken ustu kirlenmesin diye elleriyle yere tutunur ve ayağa kalkarBunun üzerine sağ eli çok kirlenmiştir Ama bu bedevi ve görgüsüz insan, elini su ile yıkayacağına bir yere silmeyi tercih ederSilecek bir yer bulamadığından ötürü o an yolda oynayan bir çocuğun kafasını okşayarak elini temizler ve oradan ayrılırBu hareketi çok yanlış olup, çocuğun bundan haberi bile olmamıştır Ve bu adam kısa bir zaman sonra günahlarına tövbe bile etme fırsatını yakalayamadan vefat eder Gideceği yer melekler tarafından gösterileceği vakit çok korkar çünkü hayati günahlarla doludurCehennemi beklerken melekler ona cennet bahçelerinden bir bahçe gösterir

Adam çok şaşırır ve bu kadar günahı olduğu halde nasıl olur da Allah kendisine cenneti nasip eder ?

Melekler ise durumu Allah'a bildirirler

Zaten tüm olanları, daha olmadan önce bilen Allah ccmeleklerine söyle nida eder :

O kuluma söyleyin, bir gün eli çamurlandığında, o elini silmek için bir çocuğun başını okşamıştıYaptığı yanlış bir şey de olsa o çocuk yetim idiKimse basını okşamamıştıO kulum kotu niyetle de olsa o yetimin başını okşaması o yetimi o kadar çok sevindirdi ki ; ben de o güzel yetim kulumun yüzü suyu hürmetine o günahkar kulumu da affettim

Kaynak: Yukarıdaki sözlerin tamamı muhtelif web sayfalarından derlenmiştir. Pek çok internet sitesinde mükerreren yer almaktadır.

 

 

 

 

PEYGAMBERİMİZİN YETİMLER   VE ŞEHİT AİLELERİNE MUAMELESİ

 “Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan
fakiri doyur, yetimin başını okşa!”
İbn-i Hanbel, II, 263, 387

 

Dînimizde erginlik çağına gelmeden önce babasını kaybetmiş kız veya erkek çocuklara yetim denilmektedir. Hadis-i şerîfte “Büluğ çağına ulaştıktan sonra yetimlik kalkar...” (Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 9) buyrulmakla yetimliğin yalnızca çocukluk devresiyle alakalı bir durum olduğu ifade edilmiştir.

İslâm öncesi Arap toplumunda özellikle savaşlar ve boşama kolaylığı gibi sebeplerle dul ve yetimlerin sayısı oldukça fazlaydı. Câhiliye toplumunda yetimler horlanır ve haklarına riayet edilmezdi. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- de yetim olarak büyümüş, kavminin bu konudaki tavrını yakînen görmüştü. Nitekim Allâh Teâla Habîb-i Edîbi'ne hitaben:

“O seni yetim bulup barındırmadı mı?” (ed-Duhâ 93/6) buyurarak Peygamberini yetim iken çeşitli vesilelerle koruyup muhafaza ettiğini belirtmiş:

“Öyleyse yetimi hor görme!” (ed-Duhâ 93/9) fermanıyla da ben nasıl seni himâye etmişsem, sen de diğer yetim kullarıma sahip çık, onların derdiyle ilgilen, sıkıntılarını hallet demek istemiştir.

Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in yetimlerle ilgilenmesi ve onların haklarıyla alakalı düzenlemelerde bulunması risâletin ilk yıllarından itibaren başlar. Habeşistan'a giden mühacirlerin başkanı Cafer bin Ebî Tâlib, Necâşî'nin huzurunda İslâm'ı ve Müslümanları savunmak maksadıyla yaptığı konuşmada, Câhiliye döneminde kuvvetlilerin zayıfları ezdiğini, Hz. Peygamberin ise güçsüzlerin yanında yer alarak onların haklarına sahip çıktığını ve “yetim malını yemeyi” yasakladığını belirtmiştir. (İbn Hişâm, I, 359)

Bir ayet-i kerîmede yetim malını yemeye kalkışanların, dünya ve ahirette hüsrana uğrayacakları çarpıcı bir üslüpla şöyle beyan edilmektedir:

“Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler hiç şüphesiz karınlarına ateş doldurmuş olurlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.” ( en-Nisâ 4/ 10)

Görüldüğü üzere yetimin malını çeşitli sebeplerle haksız yere yemeye veya herhangi bir şekilde telef etmeye kalkışanlar, yetimden önce kendilerini helâk etmiş olmaktadırlar. Durum böyle olunca, bir Müslüman için “Yetimin malına ancak en güzel ve faydalı bir şekilde yaklaşınız!...” (el-En'âm 6/152) ayetinin fehvasına uymaktan ve yetimin haklarına daima riayet etmekten başka yol kalmamaktadır. Nitekim dinimizin gösterdiği bu hassasiyet üzerine ashab-ı kirâm artık yetimlerle bir arada bulunmaktan bile çekinir hale gelmişler, neticede durum Peygamberimize arzedilmiş ve şu ayet-i kerime nazil olmuştur:

“...Sana yetimleri soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (ihmal etmekten) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, ( unutmayınız ki) onlar sizin din kardeşlerinizdir. Allah işleri bozanla düzelteni bilir...” (el-Bakara 2/220) (Nesâî, Vasâyâ, 11)

Bu âyet ile de yetimlerle kimin iyi kimin kötü niyetle ilgilendiğini Allah Teâlâ'nın çok iyi bildiği, dolayısıyla sorumluluktan kaçılmaması ve yetimlerin tam bir kardeş muamelesine tâbi tutulması gerektiği vurgulanmıştır

Haksız yere yetim malı yemenin insanı helak edeceğini belirten (Buhârî, Vasâyâ, 23) Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- bizleri yetime karşı her hususta hâmi olmaya davet etmektedir. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Müslümanlar içinde en hayırlı ev, kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.” (İbn-i Mâce, Edeb, 6)

Bu hadise göre yetimi sadece barındırmak kâfî değildir, aynı zamanda ona iyi davranmak da gerekir. Bir taraftan yeme-içme, giyim-kuşam gibi ihtiyaçları karşılanan yetim diğer taraftan maddi veya manevi eziyete maruz kalırsa, bu tür bir barınma onun için zulüm haline dönüşebilir.

Bir başka hadis-i şerîfte de yetime yapılan iyiliğin karşılığında cennetin kazanılacağı şöyle dile getirilmektedir:

“Bir kimse, Müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr, 14)

Affedilmeyecek suç ifadesi, iki büyük günahı hatıra getirmektedir: Biri Allah'a şirk koşmak yâni Allah'tan başka bir ilâhın varlığını kabul etmek, diğeri de kul hakkı yemektir.

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- yetimlerin maddî ve manevî sıkıntılarına katlanarak onları güzel bir şekilde yetiştirenlerin cennette kendisine komşu olacağını haber vermektedir. İlgili rivayetlerden birinde Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“Kim üç yetimi yetiştirir, nafakasını temin ederse, sanki ömrü boyu geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama yalın kılıç Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap alır. Keza, ben ve o, şu iki parmak gibi cennette kardeş oluruz” buyurmuş ve ardından şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırmıştır. (İbn-i Mâce, Edeb, 6)

Cennet'e girebilmek, şüphesiz büyük bir saâdettir. Bundan daha üstünü, Cennet'te Resûl-i Ekrem - sallallahu aleyhi ve sellem-'e komşu olabilmektir. Cennet'i yaratan ve oradaki üstün mevkileri bazı iyilikleri yapanlara ayıran Allah Teâlâ, sevgili Resûlü'ne komşu olma bahtiyarlığını, yetimleri koruyanlara lutfetmiştir. Bir diğer hadîs-i şerîfte de bu gerçek şöyle pekiştirilmektedir:

“Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himâye eden kimseyle ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız.”

Hadisin râvisi Mâlik bin Enes, Peygamber -aleyhisselâm'-ın yaptığı gibi işaret parmağıyla orta parmağını gösterdi. (Müslim, Zühd, 42)

Bu hadis-i şerifte dikkat çekildiği üzere yetimler, insanın kendi yetimleri ve başkasına ait yetimler diye ikiye ayrılmaktadır. Bir kimsenin kendi yetimleri; torunu, erkek veya kız kardeşinin çocuğu, öz veya üvey kardeşi, oğulluğu, kocası ölen bir hanıma göre geride kalan çocukları, yahut bu neviden yakınlarıdır.

Yetim bir yavrunun babadan anadan kalma malı bulunabilir. O takdirde bu yavruya erginlik çağına girene kadar sahip çıkmak, malının yok olup gitmesini engellemek, onu himâye etmek demektir. Şayet malı bulunmuyorsa, onun himâyesi, babasının yokluğunu aratmamaya çalışmakla mümkün olur. Her toplumda olduğu gibi bizde de hadsiz hesapsız yetim vardır. Nice yetimler, ellerinden tutacak, kendilerini hayatın zor ve katı şartlarına alıştıracak rehberleri olmadığı için ezilmişler, itilip kakılmışlar ve âdeta kötü insan olmaya zorlanmışlardır.

Bu yavrulara sahip çıkanlar, toplumun bir açığını kapamış, bir yarasını sarmış, kısaca insan olmanın sorumluluğunu duymuş olurlar. Hayatın zorluklarının bir kimseyi ezmesine mani olanlar, emsâlsiz bir zevk tadarlar ve şu hadîs-i şerîfin vâdettiği hesapsız mükâfatı kazanırlar:

“Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır...” (İbn-i Hanbel, V, 250)

Her saç teline karşılık bir sevap, ne büyük mükâfattır! Şu hâlde yüreğinden kopup gelen derin bir şefkat duygusuyla bir yetimi kucaklayıp bağrına basan, yanaklarına öpücükler konduran, ona yalnızlığını ve yetimliğini unutturmaya çalışan bir kimse, ilâhî rahmet sağanağı altında yıkanmış ve günahlarından arınmış olmaktadır.

Bir yetim gülüyorsa, başına şefkat eli değdiği içindir. Bir yetim gülüyorsa, bütün bir toplum gülüyor demektir. Zira yetime gösterilecek iyi muamelenin dünya hayatında kalp huzuruyla yaşamak için önemli bir vesile olduğu unutulmamalıdır. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- kalbinin katılığından şikâyet eden sahâbîye şu tavsiyede bulunmuştur:

“Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan fakiri doyur, yetimin başını okşa!” (İbn-i Hanbel, II, 263, 387)

Peygamberimiz yetim hakkındaki söz ve tavsiyeleri yanında uygulamalarıyla da bizler için üsve-i hasene olmuştur. Gerek kamu yararına gerekse kendi adına yetimle ilgili bir husus mevzu bahis olduğunda, Fahr-i Kînât -sallallâhu aleyhi ve sellem- yetimi dâima koruyup gözetirdi. Mesela Mescid-i Nebevî'nin inşa edildiği arsa, Ensar'dan Esad bin Zürâre'nin himayesinde bulunan Sehl ve Süheyl adındaki iki yetime aitti. Bu iki yetim arsayı mescid yapılması için hibe etmek istemişler, ancak Hz. Peygamber bunu kabul etmemiş ve bedelini ödemiştir. (Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr, 45)

Öte yandan Resûl-i Ekrem'in himayesinde bazı yetim çocukların bulunduğunu görmekteyiz. İbn-i Sa'd'ın naklettiğine göre Ebû Ümâme -radıyallahu anh- ölmeden önce Kebşe, Habibe ve Fâria adlı üç küçük kızını Hz. Peygamber'e vasiyet etmiştir. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- de bu kızlara gereken ilgiyi göstererek onların kendi yakın gözetimi ve terbiyesi altında yetişmelerini sağlamıştır. (İbn-i Sa‘d, III, 610)

Vaktiyle yetim bir çocuk olan Ebû Cuhayfe -radıyallahu anh- da Hz. Peygamber'in zekat toplamak ve dağıtmakla görevli memurundan bahisle şu hatırasını anlatır:

“Bize Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in zekat memuru geldi. Zekatı zenginlerimizden alıp fakirlerimize verdi. Ben yetim bir çocuktum. Bana da bir deve verdi.” (Tirmizî, Zekât, 21)

Ashabını genel olarak yetimi ve onun hakların korumaya teşvik eden Hz. Peygamber, yeterli kapasiteye sahip olmayanların bu işi üstlenmemelerini de istemiştir. Ebû Zer el-Ğifârî'ye şu tavsiyede bulunmuştur:

“Ey Ebû Zer seni zayıf görüyorum. Doğrusu ben kendim için istediğimi senin için de istemekteyim. Sakın iki kişiye emir olma ve yetim malının velayetini de üzerine alma!” (Nesâî, Vasâyâ, 10)

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- her zaman var olabilecek şehit aile ve çocuklarına özel alaka göstermiş, onlara elinden gelen maddî ve manevî yardımı esirgememiştir. Duruma göre Efendimiz bazen mağdur olanları doğrudan himayesi altına almış, bazan onların acılarına göz yaşlarıyla ortak olmuş, bazen de şehitlerin ahiretteki yüksek payelerini hatırlatarak geride kalan yakınlarının yanık yüreklerine su serpmiştir.

Beşir (Bişr) bin Akrabe der ki:

Babam Akrabe, Uhud günü şehid olunca ağlayarak Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e gittim.

“- Ey sevgilicik! Sen ne diye ağlıyorsun? Sus ağlama! Senin baban ben olsam, annen de Aişe olsa, razı olmaz mısın?” buyurdu.

- Anam babam sana feda olsun ya Resûlallah razı olurum, dedim.

Bunun üzerine Efendimiz eliyle başımı okşadı. (Şu anda) saçlarım ağardığı halde Resûlullah'ın elinin başıma değdiği yerler hala siyah kalmıştır. (Buhârî , et-Târîhu'l-kebir, II, 78; Ali el-Muttakî, Kenz , XIII, 298)

Oğlu Bedir'de öldürülen Ümmü Hârise -radıyallahu anha- ile ilgili şu haberde ise Resûlullah'ın şehit ailelerine gösterdiği teveccühün bir başka şeklini görmekteyiz. Ümmü Hârise'nin oğlu Hârise, Bedir gazvesinde düşman tarafından rastgele atılan bir okla öldürülmüştü. Bu olay üzerine Ümmü Hârise Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek şöyle dedi:

- Yâ Resûlallah Eğer oğlum cennette ise sabreder sevabını beklerim; değilse onun için var gücümle ağlarım.

Resûlullah ona şu müjdeli haberi verdi:

“- Ey Ümmü Harise, cennette bir çok dereceler vardır. Oğlun bunlardan Firdevsü'l-A‘lâya erişti.” (Buhârî, Cihâd, 14; İbn-i Hanbel, III, 272)

Diğer taraftan Nebiyy-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Uhud savaşında şehid düşen amcası Hz. Hamza'nın kızı Ümâme'yi Ca'fer bin Ebî Talib'in himayesine vermiş, daha sonra da onu Ümmü Seleme'nin oğlu Seleme ile evlendirmiştir. (İbn-i Sa‘d, VIII, 159-160)

Peygamberimiz Mûte muharebesinde de Ca'fer bin Ebî Talib'in şehadetini duyunca hemen onun evine koşmuş göz yaşları içinde çocuklarını bağrına basıp koklamış, ardından yasları sebebiyle Cafer ailesine yemek hazırlanmasını emretmiştir. (İbn-i Hişâm, III, 436)

Efendimizin daha sonra da bu aileyle yakından ilgilendiğini görmekteyiz. Abdullah bin Ca'fer -radıyallahu anh- Allah Resûlü'nün kendileriyle yakından ilgilendiğini gösteren şu tatlı hâtırayı nakletmektedir:

İyi hatırlıyorum, ben ve Hz. Abbas'ın iki oğlu Kusem ile Ubeydullah çocukken birgün sokakta oynuyorduk. Allah Resûlü bir binekle yanımıza çıkageldi. Beni göstererek:

“- Şunu bana kaldırın!” dedi ve beni ön tarafına oturttu. Kusem'i de göstererek:

“- Şunu da kaldırın!” dedi. Onu da terikisine aldı.

Efendimiz'in amcası olan Abbas -radıyallahu anh- Kusem'den çok Ubeydullah'ı severdi. Buna rağmen Resûlullah Efendimiz amcasından çekinmedi ve terikisine Kusem'i bindirdi. Sonra üç defa başımı okşadı ve her okşayışında:

“Allahım! Ca'fer'in evlatlarına Sen sâhip çık!” diye dua buyurdu. (İbn-i Hanbel, I, 205; Hâkim, III, 655)1

Yine bir gün Efendimiz çocuklarla birlikte pazarda satış yapan Abdullah bin Cafer'in yanına uğramış, onun hakkında:

“Allah'ım! Bu çocuğun satışını bereketli kıl” diye dua etmiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe , II, 289)

Hz. Peygamber genel olarak şehit aileleri için de şöyle dua etmiştir:

“Allah'ım! Onların kalplerindeki üzüntüyü ve başlarına gelen musibeti gider. Şehitlerin geride bıraktıklarını kendileri hakkında hayırlı eyle!” (Vakidî, I, 316)

 Dipnotlar:
   1.Hadisin râvilerinden biri şöyle diyor: Abdullah bin Ca'fer'e dedim ki:
   - Kusem daha sonra ne oldu?
   O da:
   - Şehid oldu, dedi.
   Bunun üzerine
   - Allah ve Resûlu daha hayırlı olanı en iyi bilendir, dedim.
   - Evet, dedi.                                                                                      
                                          

Kaynak: http://www.usveihasene.com/ic_peygmbrmzn_yaslilara_muamlesi.htm

 
Copyright © 2009-2010 [SoBiAD]