|
Hayat
Gidene kal
demeyeceksin...
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,
yoksa değersiz olan
hep sen olursun...
Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki
yaşama
sevgisini...
Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz...
Öyle bir hayat yaşadım ki
cenneti
de gördüm
cehennemi
de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum
Oynadım.
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum
anlamadım.
Kendi kendime konuştum
bazen
evimde, hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan
yalnızca
hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki
zaman
hep acele etmem bundan, anladım.
F. Nietszche
|
Ne
Eser Ne Semer
"Ölen insan
mıdır, ondan kalacak şey: eseri; Bir eşek göçtü mü, ondan da nihayet: semeri" Atalar böyle buyurmuş, diye, binlerce alın Ne tehalükle döker, döktüğü bi çare teri! Şu bekâ hırsına akıl erdiremem bir türlü Sorsalar, bence, temayüllerin en derbeder Hadi, toprakta silinmez bir izin var, ne çıkar, Bağlı oldukça telakkiye hakiki değer? Dün, beyinlerde kıyamet koparan "hikmet" i al, Bugünün zevkine sor: beş para etmez ciğeri, Gündüzün, başların sütünde gezen "şah-eser" in, Gece, şayet arasan, mezbeledir belki yeri ! İsteyen almaya baksın boyunun ölçüsünü, Geri dur sen ki, peşiman, atılanlar ileri. Bilirim: "Hep de semermiş!" diyecek istikbal, Tekmelerken su kabarmış sıra kumbeltikeri. O ne çok bilmiş adamdır ki: gider sessizce, Ne esermiş, ne semer, kimsenin olamaz haberi !
M.Akif ERSOY Hilvan, 21 Mart 1346 (1930)
|
|
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin o'nu
sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok
sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, Çatıların
gökyüzüyle birleştiği
yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir
şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan,
renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye. Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem de hep senin
kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak..
Can Yücel
|
Değişik
Başka türlü bir şey benim istediğim:
Ne ağaca benzer, ne de buluta. Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz, Havası ayrı hava..
Bir başka yolculuk dalından düşmek yere
Yaşadığından uzun
Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
Ağacın yüksekliğince Dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür Vardığın çimen yeşilliğince
Nerde gördüklerim?
Nerde o beklediğim Rengi başka Tadı başka..
Can Yücel
|
Yolcu
I
Gün ağarmadan yola çık sislenmeden bütün dağ taş
Dönüp dönüp bakma artık bir ozan gibi ayrılığa düş
Dehşetli bir acıdır belki uçurum, orman ve rüzgar
ve ağzında kuş tüyleri taşıyarak geçen bulutlar
Neyi bırakmışsan geride bir kül yığınıdır şimdiden
ömrün gibi savrulup gider işte
Ama ıslığını unutma sakın
bir türküdür yine de yolcuya en çok yakışan
II
Dağın eteklerine vardığında
şöyle bir dur ve soluklan sonra meşeliklerin orada
sırtüstü uzan gün batarken
Dinle bir an ormanı ve suyu
başlayacaktır az sonra doğanın yabanıl konçertosu
hışırtılar içinde kalacak ova
Kayıp giderken bulutlar
usulca sokulacak yüreğinin gizli geçitlerine bir rüzgar
Buğulu türküler duyacaksın ve aşk çılgınlıklar bekleyecektir
yolları uçurumla kesilenlerden
III
Dizginlerinden boşanmış bir at
gibi soluk soluğayken doğa soluğun yetiyorsa yaylanıp tut
yelesini ve katıl rüzgara
Unutma ki yalnız değilsin
yüreklendiriyor seni aşk ve birdenbire boşanan
bu çılgın sağanak
Aşk ile sağanak
hep aynı kokuyu taşıyacak hangi kentte bir koklasan
Yolculuklar özetleyecek ömrünü Gülüşü ve hüznü sürükleyen büyü
elinde bir gül olacak sevdiğinin
Ahmet Telli
GÜZEL
SÖZLER
"Çok yaşayan bilmez çok gezen bilir
Yatan aslandan gezen tilki yeğdir.
"
Kazakistan Atasözü
"Bir defa
görmek, bin defa duymaktan daha kıymetlidir." Çin atasözü
"Damladan vazgeç Okyanus ol."
Mevlana
“Bir adam
köprü kurar, bin adam geçer.”
Özbek atasözü
“Tek başına
olan bugün yola çıkabilir; ama bir başkasıyla seyahat edecek olan diğeri
hazır olana kadar beklemek zorundadır ve ikisinin de hazır olması çok
uzun zaman alabilir.”
Henry David Thoreau
NASIL YAŞAMALI?
Nasıl yaşamalı? Zevk için, zevk içinde, zevkle, zevkli yaşamalı.
Zevk deyince, şehvet peşinde koşmak, sefahat veya aldırmazlıkla,
duyarsızlıkla sefa sürmek akla gelebilir. Veya zevk, en leziz
yemekleri yiyip yiyip yeniden yemek için kusmak gibi aşırılıklarla
ilişkilendirilebilir. Buna karşılık, acı deyince aklımıza hemen
işkencenin en ıstıraplısı gelmese de, onu da fiziksel ve zihinsel
diye ikiye böleriz.
Oysa zevk de acı da beyinde yaşanır. Duyu organlarının maruz
kaldığı acıyla, sevilenin yitiminde zihinde çöreklenen acı elbette
ayrı tutulabilir ama tensel acının tinsel acıya, tinsel acının
tensel acıya dönüşmesinin çok örneği var. Aynı şekilde tensel zevk
tinsel zevki, tinsel zevk tensel zevki hazırlar.
Acıdan kaçar zevke yöneliriz. Epikür 2 bin 300 küsur yıl önce bu
argümanı, felsefesinin temeli yapmıştı. "Zevk, sevinçli bir
yaşamın ta kendisidir" diyordu, "her seçimin, her kaçınmanın
başlangıcıdır, her iyi ona göre ölçülür". O zamanlar saz
âşıklarının yanında bir de bilgelik (sophia) âşıkları (philia),
yani filozoflar vardı. Epikür de bunlardan biriydi.
Atinalıların asker verme, garnizonluk yapma karşılığında yerleşim
hakkı tanıdığı ailelerden birinin çocuğu olarak Sisam'da İÖ'de
doğdu. Epikür kargaşa dolu bir çağın tanığı oldu. Büyük İskender
Mısır'ı, Pers topraklarını, Yunanistan'ı zaptetmiş, Atina kent
devletini (polis) buyruğu altına almış, Yunan kültürünü
Afganistan'a dek duyurmuştu. Polis terk edilmekte, yerine
cosmopolis, dünya yurttaşlığı doğmaktaydı. Bilmeye ve varlığa dair
geleneksel sorular, yerlerini, iyi bir yaşam nedir ve buna nasıl
erişilir sorularına bırakmıştı.
Epikür böyle bir çağda, Platoncu filozof kral veya
Aristo gibi kral filozofu olmak yerine evinin bahçesini insanlara
açtı. Bahçede toplandılar, sohbet edip tartıştılar. "Bahçe
filozofları" diye ünlendiler. Komünal bir örgütlenme kurmadılar,
tezlerini benimsemeyenleri dışlamadılar, köle özgür, kadın erkek
ayrımı yapmadılar. Aralarında hetiara Leontion da vardı (hetira,
Antik Yunan'da entelektüel konsomatris demek). Ünlü kadın
filozoflardan Themista da, bahçe âşıklarından biriydi. Dönemin
Yunan felsefe okulları otoriter tarikatlara dönüşürken bahçe
filozoflarının tartışmaları Yunancanın konuşulduğu her yere
yayıldı. Roma'nın bir Akdeniz imparatorluğu olmasıyla, Roma'da da
kuvvetli bir yankı buldu.
Bununla birlikte köleci Yunanistan'da ve Roma'da köleyi özgürle,
kadını erkekle eş tutmak, politikaya dudak bükmek, üstüne üstlük
zevki ilkeleştirmek şimşekleri hep üzerilerine çekti. Epikür'ün
yaşamı sürgünlerle geçti. Sisam'dan Değirmendere'ye, Sığacık'a
oradan Midilli'ye, Lapseki'ye, Atina'ya taşındı durdu. Hep bekâr
kaldı, hiç çocuğu olmadı. Zevk filozofu, idrar yolu acıları içinde
İÖ 270'te dizanteriden öldü.
Arkadaşlık
Peki zevk, erdemle çatışmaz mı? Zevk "bencilik", erdem "elcilik"
değil midir? Ceza ve ödül zıtlığını düşünün. Cezalandırılmayayım
diye ihanet edene veya ödül peşinde koşarken elindekini esirgeyip
paylaşmayana erdemsizlik yükleriz. Fedakârlık, bağımsızlık erdem
çıkarcılık, bağımlılık erdemsizlik değil midir? Öyleyse, kendine
yeterlik ile arkadaşlık zıtlaşmaz mı?
Epikür, "Mutluluğu bütün yaşam boyunca güvenceleyecek, bilgeliğin
sahip olduğu en önemli araç arkadaşlıktır. Arkadaşlık, mutluluğu
tanıyalım diye bizi harekete geçirmek için etrafımızda dans
ediyor" diyordu. Epikür'ün bu paradokslara verdiği yanıt, zevki
yorumlayışına bağlıdır.
Ona göre "zevkten yoksun olduğumuzda zevki ararız ama acı
duymuyorsak zevke de ihtiyaç duymayız". Uykusuzluk, açlık ve
susuzluk doğal ve zorunlu ihtiyaçlardır örneğin susuzken suyu
arzularız, giderince arzulamayız. Epikür'e göre işte bu
doygunluğun kendisi de zevklidir. Acı yokluğu zevki, dertsizlik
zevki, fiziksel ve zihinsel dinginlik (ataraxia). Peşinden
koşulacak zevk budur. Dolayısıyladır ki zevk, esenlikli bir
yaşamın hem başlangıcı hem de amacıdır.
Zevk, arzunun tatmininden oluşur acı, arzunun hüsranından.
"Bırakın" diyor, "zorunlu olmayan öyle kalsın zorunlu olmayanı
ihtiyaç haline getirmeyin". Kendine yeterliğin ve özgürlüğün
koşulu budur ona göre. Güç, servet, ün ve benzeri arzular ise
beyhudedir çünkü bunların bir ölçüsü yoktur, dolayısıyla tatmin
edilemezler. Ne doğal ne zorunludurlar sürekli daha fazlasını
arzulatır dolayısıyla sürekli acı yaratırlar.
Öyleyse arkadaşlıkla zevk nasıl bağlantılanabilir? Öncelikle,
Epikür'e göre arkadaşlık yarar ve yardıma dayalıdır. Arkadaşa
yararlı olmalı, arkadaş yararlı olmalıdır. "Yalnızlık,
yalıtılmışlık, teklik toplumun boş inançlarıdır" diyor Epikür. Bir
yanda yukarıdaki anlamda kendine yeterlik, özgürlük arkadaşlığın
koşuludur ama aynı zamanda kişi "ancak arkadaşlıkta kendine
yeterliğe ulaşılabilir". Böyle bir arkadaşlığın zevkini
canlandırmak için işe yarar görünen Japonca bir sözcük var: "Amae."
Amae
Japon psikanalist Takeo Doi, Japoncadaki amae sözcüğünün, bebeğin
her canı isteyişinde annesinin memesine sarılmak, müsamahakârca
kucaklanmak ve anneyle bir olmak isteyişine göndermede bulunduğunu
söylüyor. Ona göre bu duygu, mahcubiyet, sıkılma, utanç
duymaksızın, kendini başka bir insana bırakabilme, keyfince ona
yakınlaşabilme, sırf siz olduğunuz için kabul görme anlamında
yetişkinlikte de sürüyor. Doi'nin anlattığına göre, sözcüğün
kökeni, amaeru fiili sevilmeyi ummak anlamına geliyor. Sevgilinin
"başını göğsüme yasla" deyişindeki gibi veya misafirliğe
gittiğinizde, sizden hiçbir şey beklemeden her türlü ağırlamayı
yapan Anadolu konukseverliğindeki gibi kişinin rahatlamasına,
gevşemesine hatta şımarmasına izin veren duygusal güvence
beklentisini anlatıyor. Türkçede de Batı dillerinde de benzer bir
sözcük yok ama Doi, Kore ve Ainu dillerinde eşdeğerinin
bulunduğunu söylüyor.
Ayrılıkta birlik sevinçtir. Böyle bir candanlık, aile içerisinde
veya aynı değer yargılarını paylaşan grup içerisinde görülse de,
Epikür'ün beklediği tek şey sözünde durmak. Güven arkadaşlığın
özündedir kişi gerektiğinde ölümü göze almalıdır. Ama bu, kendini
başkasında bağlamak, başkasının iradesine tabi kılmak, kendini
nesneleştirmektir. Risklidir, ihanete uğranabilir, suistimal
edilebilir, ki Epikür'e göre acıların en büyüğü budur. Birlikte
ayrılık acıdır. İşte bu acının giderilmesi, güvenin sürekli
tazelenmesi zevklidir. Böylece erdem zevkin, zevk erdemin kurucusu
olur. "Ancak arkadaşlıkta kendine yeterliğe ulaşılabilir çünkü
sadece arkadaşlıkta, acının, yaşamın zevkine karşı olduğu argümanı
yalanlanır."
Epikür'ü anlamak için kısaca Aristo'nun arkadaşlık görüşüne göz
atmak ilginç olabilir. Aristo'ya göre de arkadaşlık en büyük
mutluluktur. Ama kişi, kendinden yola çıkarak sever başkasını.
Başkasını sevmek Aristo'ya göre, kendini başkasında sevmektir.
Nasıl lir ustası ustalığını çalarak sergilerse, bir erdem olarak
cömertlik cömert davranışı gerektirirse, akılla oluşturulan erdem
de dışavurulmak zorundadır. Ustayı ancak usta olanın layıkıyla
anlayabilmesi gibi, bilge de kendi benzerini arar. Arkadaşın,
kendine yeterli, özgür bireye yararı budur. Dolayısıyla, kendini
sevmenin ne kadar başkasını sevme olacağı, benzerlik derecesiyle
ilişkilidir.
İkisi de yüceltir arkadaşlığı ama Aristo'da arkadaşlık, erdemin
hayata geçirilmesidir. Epikür'de ise erdem de zevk de arkadaşlıkla
doğar. Aristo kadınla erkeğin arkadaşlığına inanmaz Epikür
savunur.
Dünyada çok az arkadaşlık var, öyleyse çok az zevk var.
http://www.kesfetmekicinbak.com/atlasdan/bumerang/00398/
Bir Hikaye: Gezgin Şehmuz ile Fakir Padişah
Gezgin Şehmuz geze geze yoklar, yoksulluklar ülkesine
varmış. Gezdikçe, insanların nasıl bu kadar yoksul
olduklarına şaşırıp kalmış. Giydikleri elbiseler eski,
yamalı, yırtık pırtıkmış. Ayaklarında ise, birer tahta
çarık, yalınayak dolaşanlar bile varmış. Köyler, kasabalar
ve şehirlerdeki evler tek katlı, ahşap yapılarmış. Tarlalar,
bağlar, bahçeler belirli yerlerde bulunuyor, fakat ülkenin
genişliğine oranla az yer kaplıyormuş. Başkente gitmiş.
Padişahın sarayının nerede olduğunu sormuş. İlerde, ağaçlar
arasında demişler. Ağaçlığın kenarında atından
inmiş.Ağaçların arasından yürümüş, sonunda yolu geniş bir
düzlüğe çıkmış. Bakınmış ortada iki katlı ahşap bir evden
başka bina görememiş. Ahşap binanın çevresinde beş altı
kişi, ellerinde kazmalarla toprağı kazıyorlar, ekim - dikim
işiyle uğraşıyorlarmış. Yanlarına yaklaşmış:
“ Kusura kalmayın ağalar, sarayı burada diye tarif ettiler.
Acaba yanlış mı geldim? “ diye sormuş.
“ Doğru gelmişsin, beyim!..Bizim padişahın sarayı işte
burası. “ demiş köylülerden birisi ve eliyle iki katlı ahşap
yapıyı işaret etmiş.
Gezgin Şehmuz, iliklerine kadar titrediğini hissetmiş. Koca
bir ülkenin padişahı, nasıl olur da bu eski binada hüküm
sürer?..Aklına, hayallerine sığdıramamış. Başı dönmüş,
bakışları bulanmış, olduğu yere çöküvermiş. Az biraz
dinlendikten sonra, başını elleri arasına almış, düşünceye
dalmış. ‘ Vah bana, vahlar bana. Nasıl oldu da düşünemedim?
Onca yoksulluk varken, bu yoksulluğu yöneten padişahın da
yoksul olacağını, fakir padişah olacağını. Çok yerler
gördüm, çok insanlar tanıdım. Demek ki, tecrübe de bazı
durumlarda pek işe yaramazmış.Neyse, kalk bakalım,
Şehmuz.Gidelim, görelim şu fakir padişahı, yoksulluğunun
derecesini ölçelim. ‘ Etrafında toplananlara:
“ Yok bir şeyim.Yorgunluktan herhalde başım döndü.
Padişahınızla görüşmek isterim.Gezgin Şehmuz geldi deyin
kendisine.“ demiş.Oradakiler, sevinçle birbirlerine
bakınmışlar.İçlerinden birisi dönmüş. Koşarak, padişaha
haber vermeye gitmiş.
Gezgin Şehmuz, biraz sonra padişahın odasına girmiş. Orta
yaşlı padişah, kendisini ayakta karşılamış, gülerek:
“ Hoş geldin!..Sefalar getirdin. Demek Gezgin Şehmuz sensin.
Yıllardır hakkında anlatılanları can kulağıyla
dinlerim.Gittiğin yerlere hareket, bereket
getirirmişsin.Bilgine,sözüne,sohbetine doyulmazmış. Ben seni
daha yaşlı zannederdim; pek gençmişsin. “
“ Hoş bulduk, padişah hazretleri. Hakkın ihsanları üzerinize
olsun efendim. On beş yaşlarında ilk gezilerimize başladık,
bir o kadarı da, yollarda geçti. Yıllar yollarda kaçar,
yollarda yılları kovalar dururum. Gezerim, dolaşırım,
sorarım, öğrenirim. Öğrendiklerimi, bilmeyenlere öğretirim.
Bilgiyi bilen yerlerden, bilgiyi bilmeyen yerlere bilgi
taşırım. Benim yaptığıma bir nevi bilgi hamallığı denebilir.
“
“ Doğru dersin Şehmuz, öğretenin olmadığı yerde bilginin
varlığı bilinmiyor, hiçbir şey de öğrenilemiyor. Neyse,
yorgunsundur. Buyur, geç otur şöyle, rahatına bak..” diyerek
padişah, Şehmuz’a tahta bir sandalye uzatmış, kendisi de başka bir
sandalyeye oturmuş.
“ Şehmuz, sanırım buraya gelene kadar ülkemin birçok
kasabasını, köyünü görmüşsündür. Halkımın çok yoksul oluşu,
şehirlerde tüccar bulunmayışı, toprakların büyük kısmının
verimsiz oluşu mutlaka dikkatini çekmiştir. Yabancı ülke
tüccarları gelmezler benim ülkeme. Mal getirseler kime
satacaklar? Halkım kendi karnını doyuramazken elbise mi,
ayakkabı mı düşünecek. O boş gördüğün topraklarda çok denemeler yaptık,
her türlü ürünü yetiştirmeyi denedik. Sonuç sıfır…”
“ Değerli padişahım. Arazilerinizin büyük kısmı killi toprak
tabir edilen cinsten.Killi topraklar geçirimsiz
topraklardır. Bu toprağa dikilen nebatların kökleri hava ile
temas edemez. Yağan yağmur suları bitkinin köklerine
ulaşamaz. Hava ve su olmayınca da bitkiler yaşayamaz.
Ülkeniz topraklarının verimli olan küçük bir bölümü kumlu
topraklardır. Kumlu topraklar, bazı sebze ve meyvelerin
yetişmesine elverişlidir. Fakat, kum oranı biraz fazlacadır.
Uygun yerlerde killi toprakları kumlu topraklarla
karıştıralım. Bu karışım gübre ile desteklenirse humuslu
toprak oluşur. Humuslu topraklar verimli topraklardır. Bol
ürün elde edilir. Ayrıca suni göletler yapılırsa, buralarda
balık nesli çoğaltılabilir. Ülke insanlarının et ve protein
ihtiyacı karşılanabilir. Zamanla ihtiyaç fazlası ürünler ve
balıklar komşu ülkelere satılıp para bile kazanılabilir. “
Gezgin Şehmuz’un anlattıklarını dikkatle dinleyen padişah:
“Aman be Şehmuz,yeter ki kendimizi doyuralım, para kazanması
eksik kalsın.Duymadığımız, bilmediğimiz nice şeyler
söylersin. Ağzından bal akar. Demek ziraat işlerinde
böylesine metotlar geliştirilmiş. İki yarımın toplamı bir
değil, dört edermiş, beş edermiş demek ki. Hiç vakit
kaybetmeye gelmez. Şehirlerden, kasabalardan, köylerden
temsilciler gelsin. Burada yapmaları gerekenleri
öğrensinler. Öğrendiklerini gittikleri yerlerde öğretsinler.
Şu andan itibaren ülkemde genel tarım seferberliğini
başlatıyorum. “ demiş.
Ekim-dikim işlerinin başladığı günlerde, Gezgin Şehmuz’un
gelişi, fakir ülke için büyük bir şans olmuş. Herkes, Gezgin
Şehmuz’un anlattıklarını can kulağı ile dinlemiş. Bilenler,
bilmeyenlere anlatmış. Günlerce, haftalarca arabalarla kumlu
toprak taşınmış. Yumuşak bir toprak çeşidi olan killi
toprakla karıştırılmış. Hazırlanan tarlalar sürülmüş,
gübrelenmiş, tohumlar atılmış. Su kanalları açılmış.
Tarlalar sulanmış. Sonbahar yağmurları toprağın sulanma
işine kesin çözüm getirmiş. Ekim-dikim işleri bittikten
sonra uygun yerlerde suni göletler hazırlanmış. Buralarda
balık yetiştirilmeye başlanmış. Aradan zaman geçmiş. Ülkenin
birçok yerinde başaklar boy atmaya, sebzeler olgunlaşmaya
başlamış. Herkes, sevinç içindeymiş. Sebzeler ve meyveler
toplanmış. Ambarlar ürünle dolmuş. Büyük ve küçükbaş
hayvanlar çayırlarda, çimenlerde otlamışlar. Eskiden,
zayıflıktan kemikleri sayılacak halde olan hayvanlar
gelişmişler, semizleşmişler.
Ertesi yıl, tarım yapılan topraklar daha da genişletilmiş.
Tarlalara yeni tarlalar katılmış. Kendilerine yetecek kadar
yiyecek yiyen fakir ülkenin insanları daha bir hırsla,
azimle işlerine sarılmışlar. Çok çalışmışlar. Hasat
mevsiminden sonra ürün fazlasını elbise, ayakkabı, kumaş, ev
eşyası gibi acil ihtiyaçlar karşılığında komşu ülkelerle
takas etmişler. Önceleri bu ülkenin adını bile anmayan
yabancı tüccarlar gelir, gider olmuşlar. Ticaret gelişmeye
başlamış.
Daha ertesi yıl ürün bol olmuş. Elbise, ayakkabı gibi
ihtiyaçlarını karşılayan halk, ürünlerini parayla satmışlar.
Eski ahşap evler yıkılıp, yerine taştan, tuğladan, sağlam,
iki üç katlı evler yaptırmaya başlamışlar. Padişah ise, iki
katlı ahşap sarayının tam karşısına büyük bir saray
yaptırmış. Bu saraya taşınmış. Eski saray Gezgin Şehmuz’un
ricası üzerine yıktırılmamış. Kapısına büyükçe bir levha
asılmış. Levhaya Gezgin Şehmuz’un şu sözleri yazılmış.
“ Yok vardır. Var yoktadır. Önemli olan, yoktan varı ayırıp
çekip almaktır. Yok bir tanedir. Bir yok, iki yok olmaz. Var
yoktan ayrılırsa çoğalır: İki olur, üç olur, beş olur…Yok
varın gelişmesini önler, hapseder. Var yokun yokluğunda var
olur, varlık olur. “
Gezgin Şehmuz, üç yıldır bu ülkede olduğunu, ülkede yaşayan
insanlara biraz olsun yardımcı olabildiyse kendisini
bahtiyar ve mutlu hissedeceğini; öğrenme, inceleme,
araştırma ile çıkar gözetmeksizin çok çalışmanın toplumları
kalkındıracağını söyleyerek, padişahtan gitmek için izin
istemiş. Padişah ve halk, her şeylerini borçlu oldukları,
yoksulluğu yok eden bu değerli adamın kalması için fazla
ısrar etmemişler. Biliyorlardı ki , O, bir gezgindir.
Yardıma, öğrenmeye ihtiyaçları olan başkaları da
bulunabilir. Gezgin Şehmuz padişah ile vedalaşıp saraydan
ayrıldıktan sonra, padişah gözyaşlarını tutamamış. Evet…Bir
padişah ağlıyormuş.
Yazan: Serdar Yıldırım
http://www.duslersokagi.com/hikayeler/12590-gezgin-sehmuz-ile-fakir-padisah.html
|