|
|
SEYAHATNAMELER VE SEYYAHLAR
Derleyen: Coşkun Can Aktan
SEYAHATNAMELER
En geniş
anlamıyla seyahatname, herhangi bir gezgin veya gözlemcinin ziyaret
ettiği belli bir coğrafi alana ve tarihsel döneme dair izlenimlerini ve
topladığı bilgileri yazıya aktardığı metinlerdir. Seyyah tanımlaması,
sadece yabancı topraklardan gelen gezginlerle sınırlı değildir, aynı
zamanda ait olduğu topraklara dair izlenimlerini aktaran gözlemcileri de
kapsar.
Seyahatname
aslında farklı olanı ortaya koyma amacıyla yazılmış eserdir. İnsanlar
kendi dışlarındaki insanları ve onların kültürlerini merak ederler. Gerek
devletlerarası ilişkiler, gerek ekonomik ve sosyal ilişkiler boyutunda
farklı olanı incelemek ve onlarla ilişki kurmak için çeşitli sınıflara
mensup insanlar seyahatler düzenlemişlerdir. Bu yüzden seyahatnameyi
sadece edebi yönü olan bir eser olarak değil, tarihî ve sosyolojik
disiplinlerin etkisini gösterdiği bir eser olarak da görmek lazım. Bu
sayede yaşanan dönemin kültürünü, coğrafyasını tarihi bir perspektif
olarak inceleme olanağına kavuşuyoruz.
Seyahatnameler üç kategoriden oluşmaktadır. Birinci kısım elçilik
raporları ve benzeri resmi yazışmalardan oluşan diplomatik metinlerdir.
Bunlar edebi kaygıyla değil, bilgi verme amacıyla kaleme alınmış
eserlerdir. İkinci kısım din adamlarının yaptığı misyonerlik amaçlı
gezilerde yazılmış daha çok anılardan oluşan metinlerdir. Burada dinî
mekanlar ve insanların inanç konusundaki tutumları ön planda yer alır.
Üçüncü kısım ise tüccarlar ve gezginlerin meydana getirdiği
seyahatnamelerdir. Burada ekonomik analizler, tarihi olaylar ve tarihi
eserler ortaya koyulmaktadır.
TANINMIŞ SEYYAHLAR
(Aşağıdaki bilgiler tarafımızdan web taramaları ile derlenmiştir. Daha
doğru ve güvenilir bilgiler için seyyahların kendi eserlerine ve
ciddiyetle kaleme alınmış eserlere müracaat edilmelidir.)
Akdeniz’de ilk misyoner Seyyah:
Tarsus'lu St. Pauls
|
Hazreti İsa’nın çarmıha gerildiği MS 33 dolaylarında Hıristiyanlığa
dönen St. Paul, Anadolu kökenlidir. Hıristiyanlığı kabulünden sonra
Tanrı’nın yolunda ilerleyerek, Anadolu ve Ege kıyılarında 20 bin
milin üzerinde yol katederek ilk Hıristiyan topluluklarını
oluşturmuştur.2000 yılına yaklaşırken, St. Paul’ün Hıristiyanlığı
yaymak için yaptığı seyahatlerin rotaları, günümüz turizm
organizasyon şirketlerinin programları arasına girmiş durumda.
Özellikle St. Paul’un geçtiği topraklardaki ülkelerin (İsrail,
Türkiye, Yunanistan) turizm organizatörleri, dünyadaki Hıristiyan
nüfusun büyük bir bölümünü bu faaliyet içine çekmek için geniş
organizasyonlar hazırlamaktalar.Seyahatlerinden yola çıkarak, 2000
yılının turizm sembolu olan bu gezgin misyoner gerçekte kimdir?
Başta Anadolu olmak üzere, Roma’ya kadar hangi yollardan geçmiş,
nerelerde kalmıştır? Anadolu’da St. Paul’ün izleri nerelerde yer
almaktadır?
Aslında Anadolu’da, Kilikya-Tarsus’da doğan St. Paul (Saul) bir Roma
vatandaşıydı. Sıkı bir Yahudi eğitiminden geçtiği bilenen Saul’un bu
eğitimi Yaşlı Gamayel adında birinden aldığı sanılmaktadır. Roma
adına, Hz. İsa’nın yolundan gidenlere zulmeden, Hıristiyanlığa
inananlara karşı derin bir öfke duyan Saul’un tüm hayatı ve
inançları bir mucize ile değişir. İncil’de anlatılanlara göre,
birgün Şam’a giderken Tanrı tarafından gözleri kör edilen Saul üç
gün boyunca göremez. Bu sırada Hz. İsa "Bu adam benim adımı diğer
uluslara, krallara ve İsrailoğullarına duyurmak üzere seçilmiş bir
aracımdır. Benim adım uğruna ne kadar sıkıntı çekmesi gerekeceğini
ona göstereceğim" diyerek gözlerindeki perdeyi kaldırmak üzere
Hananya isimli bir inananını Saul’e gönderir ve gözlerini açtırır.
İsa’nın mesajını alarak yeniden görmeye başlayan Saul, vaftiz olur
ve o andan itibaren Hıristiyanlığı yaymak için yollara düşer.St.
Paul, Kudüs’ten Ege sahillerine kadar uzanan Akdeniz kıyılarında üç
uzun ve tehlikeli seyahat gerçekleştirir. 20 bin mili aşan bu uzun
seyahatler, Hıristiyanlık adına birinci yüzyılda yapılmış en uzun ve
etkili yolculuklardır. İncil’de anlatılan bu seyahatlerin tamamı St.
Paul’ün anavatanı olan Anadolu’da geçer. Burada ilk Hıristiyan
topluluklarını oluşturur.
İlk
misyonerlik seyahati St. Barnabas ile birlikte Kilikya
Antiocheia’sından (Antakya) çıktıkları deniz yolculuğu ile başlar.
Kıbrıs üzerinden Küçük Asya’ya geçerler. Attalia (Antalya) limanına
vardıktan sonra, Perge üzerinden Pisidia Antiocheia’sına
(Isparta-Yalvaç) ulaşırlar. St. Paul, MS 46 yılında, Pisidia
Antiocheia’sındaki bir sinagogda ilk vaazını verir. Daha sonraları
bu Sinagog üzerinde, St. Paul adına ilk kilise yapılır.
Antiocheia’dan Iconium (Konya), Listra ve Derbe’ye (Karaman) kadar
uzanan ilk seyahat, tekrar Perge ve Attalia (Antalya) limanından
Kilikya Antiocheia’sında son bulur. Oldukça başarılı geçen bu
misyonerlik çalışması sonucunda, artık Anadolu’da Hz. İsa'nın
öğretileri hızla yayılmaya başlamıştır. Derbe yakınlarında yüzlerce
kilisenin inşa edilmiş olması bunun en iyi göstergesidir. Bugün o
bölge, Binbirkilise adıyla anılmaktadır.İkinci ve üçüncü
seyahatlerinde yine Kilikya Antiocheia’sı üzerinden Anadolu ve
Makedonya’ya kadar uzun bir rota çizer. MS 48-56 yıllarını kapsayan
bu dönemde iki kez (MS 51 Ağustosu ve 54 yılından itibaren yaklaşık
iki yıl) Ephesos’da kalır. Çeşitli uluslara tanrının buyruklarını
içeren ve İncil’de yer alan mektupları, burada yazdığı
sanılmaktadır. I. yüzyıl Ephesos’unda birtakım dengelerin
bozulacağını anlayan putperestler, başlattıkları ayaklanma ile St.
Paul’ü ve ona inananları Ephesos’dan uzaklaştırmak, yıldırmak için
ellerinden geleni yaparlar.Misyonerlik çalışmaları Romalıları
ürküten St. Paul, Kudüs’te Roma yetkilileri tarafından tutuklanır ve
son seyahatini esaret altında Roma’ya yapar. Yargılanmak üzere
götürüldüğü bu uzun yolculuğun rotası, Caesarea, Sidon, Myra (Kale-Demre),
Knidos (Datça), Girit ve Malta üzerinden geçmektedir. Yanındakilerle
birlikte başından geçen yüzlerce zorlu olaylara ve tehlikelere
rağmen Akdeniz’de ilk Hıristiyan kilise ve cematlerini kurarak büyük
bir misyon oluşturmayı başaran St. Paul, MS 46’da başlayan
misyonerlik çalışmalarını İspanya’ya kadar götürmeyi amaçlamış,
ancak, kesin tarihi bilinmemekle birlikte MS 60’lı yılların
başlarında, St. Peter’le birlikte Roma’da öldürülmesiyle çalışmaları
son bulmuştur.
Kaynak:Şengül Gündoğan Aydıngün
http://www.aydingun.com/
|
|
|
Vasco de Gama
(okunuşu Vaşku dı Gama) (1469,
Portekiz
- ö.
24 Aralık
1524
Hindistan),
Keşifler
Çağı'nda
yaşamış olan,
Avrupa'nın
en başarılı kaşiflerinden olan, Avrupa'dan çıkıp doğrudan
Hindistan'a
giden ilk kişi olarak bilinen, Portekizli denizcidir.
Portekiz kralı
I. Manuel'e
bağlı olarak, Doğu'nun hazinelerine ve
hristiyanlar
için kutsal olduğuna inandıkları Hindistan topraklarına ulaşmakla
görevlendirilmiştir.
1487'de,
kendisinden önce
Bartholomew
Dias'ın
keşfettiği ve
Afrika'yı
dolanan
Ümit Burnu'nu
kadar uzanan deniz yolunu geliştirerek,
Denizci
Henri'nin
başlattığı Portekiz deniz keşiflerine bir yenisini eklemiştir.
Avrupalıların Hindistan'a deniz yoluyla ulaşabilmeleri,
Osmanlı
Devleti'nin
ve
İran'nin
ticari alandaki üstünlüklerine son vermiş, deniz ticaretinde
Avrupalıların üstünlüğü ele geçirmesini sağlamıştır.
Gittigi yerlerde müslüman gemilerine karsı,
özellikle hac'dan gelen zengin gemilere karsı korsanlık yapmış,
Calicut, Mombasa, ve Malindi gibi liman şehirlerinde, yerel halkla
şavasıp, bu sehirleri topa tutmustur. 1998 yılında Hindistan
hükümeti Gama'nın Hindistan'a ilk geldiği yer olan
Calicut'ta
özellikle ülkeye ve bölgeye turist çekmek amacıyla bu kutlamaları
yapmak istiyor fakat başta Hindistan Komünist Partisi olmak üzere
halk Vasko dö Gama'nın gelmesiyle köleleştirme ve emperyalist sömürü
döneminin başladığını söyleyerek bu kutlamalara karşı ayaklanıyor ve
gösteriler düzenliyorlar. Bundan dolayıda 500. yıl kutlamaları
Hindistan'da kutlanamıyor ve hükümet geri adım atmak durumunda
kalıyor. |
|
|
İpek yolunun en ünlü yolcusu olan Marco Polo,
seyahatnamesinde yazdığına göre Kubilay Kaan için çalışır.
İran’dan başlayarak karadan Pamir Dağları’nı, tehlikeli
Taklamakan Çölü’nün güneyini geçer.Dönüşünü Güney Asya’da
Çin üzerinden deniz yoluyla yapar ve Hormus’a gelir.
Akdeniz’e gelince buradan kara yoluyla seyahatine devam
eder.Marco seyahatnamesini Cenovalı yetkililer tarafından
hapse atıldığında ünlü bir roman yazarına
yazdırır.Gözlemlerinin bir çoğunu kesin olarak doğru kabul
ediyoruz. Bazılarının ise doğru olduğunu düşünüyoruz.
Her ne
kadar onun Çin’in Moğol hükümdarları ile ilişkisinin
olduğunu bilsek de Polo Çin toplumu hakkında sessiz kalmayı
yeğlemiştir. Marco Polo’nun kitabı Avrupa da Rönesans
döneminde çok tanınır duruma gelmiştir ve gelecekte
gerçekleşecek gezilere ve keşiflere bir çeşit teşvik edici
olmuştur.
|
|
Marco’nun babası Nikola ve amcası Matteo, Korkula’da bir
ticari alım satım ofisi açarlar. Korkula onların
işlerinin başlangıç noktasıdır ve Marco Polo da burada
doğar. Polo’nun babası ve amcası işlerini Asya’nın
içlerine kadar ilerletirler.Crimea’nın Sudac kentinde de
bir ofis açarlar. Aslında onların merkezleri
Constantinople’dır. Çünkü burası Korkula’lı iş adamları
tarafından iş ve dinlenme amaçlı kullanılan bir yerdir.
Matteo ve Nikola, İran ile de ticaret yaparlar.
Suriye’ye ve Irak’a giden az bilinen yollardan
haberdarlardır. Basra körfezinin kıyılarını, inci
bulunabilecek bölgeleri, kürk tüccarlarını Güney
Sibirya’ ya götürcek rotayı biliyorlardır. Önde gelen
Tatar iş adamlarıyla bağlantılar kurarlar ve Kubilay
Kaan’nın Sarayına kadar girerler. Marco Polo doğmadan
önce bu yolculuğa çıkarlar ve ailelerini geride
bırakarak Uzak Doğu ya doğru ilerlerler.
Polo onbeş yaşına girdiğinde babası ve amcası döner. Bu arada annesi
de ölmüştür.İki yıl babasıyla beraber Venedik de yaşar. 1271’in
sonunda Papa Tedaldo‘dan Büyük Kaan için değerli hediyeler ve
mektuplar alırlar ve tekrar Doğuya doğru yola çıkarlar. Bu defa
yanlarına Polo’yu ve iki keşişi alırlar ama savaş bölgelerine
girince keşişler geri döner.Marco Polo ise yolculuğa devam eder.
Ermenistan’dan, İran’dan, Afganistan’dan, Pamirler’den ve Çine kadar
İpek Yolu üzerindeki her yerden geçerler.Marco Polo Avrupa’ya kağıt
para ve kömür hakkında fikirler ve kendisinin gitmediği ülkeler
hakkında (Japonya ve Madagaskar) gidenlerden aldığı raporlar
getirmiştir ve bunlar onun başarılarından sadece bir kaçıdır.
|
Marco Polo'nun Yaklaşık 25 Yıl Süren Yolculuğunda
Seyahat
Ettiği Ülkeler |
İbn-i Battuta
(1303-1368)
|
Meşhur
Müslüman SEYYAH'lardan
Usanmayan, bıkmayan, yılmayan bir azim.
Bir çeyrek asrı her türlü imkânsızlıklara rağmen seyahate ayırabilen, daima koşan,
arayan ve bulan bir rûh. Bir de bunlara bilgi ve kültürü
neticesinden
görülen hürmet ve itibarı, yüksek şahsiyetlerle tanışmayı
ekleyin, o
gün için bütün İslâm alemini dolaşan İbn-i Battutâ yı karşınızda bulacaksınız.
İsmi,
Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim et-Tanci olup,künyesi Ebu
Abdullah'tır. 1303 senesinde Kuzey-Batı Afrika (Fas) şehirlerinden
Tanca'da doğdu. Doğum yerine
nisbetle Tanci denildi. İbn-i Battuta, küçük yaşta ilim tahsiline
başladı.
Temel din
bilgilerini ve yardımcı ilimleri öğrendi. Maliki mezhebi fıkıh
bilgilerinde alim oldu.
|
|
Tanca'da
tahsilini tamamladıktan soma, 14 Haziran 1325 tarihinde yirmi iki yaşındayken,
hacca gitmek için memleketinden ayrıldı. Yolculuğunda, uğra-
dığı
yerlerdeki camileri, medreseleri ve türbeleri ziyaret edip, halka vaaz
ve
nasihatte bulundu. Gittiği beldelerin ileri gelenleriyle ve meşhur
kimsele-
riyle
görüştü. Çok alâka ve iltifat gördü. Bu seyahati, onda diğer İslâm
memleketlerini gezmek hevesini uyandırdı. Bu maksatla yirmi dokuz sene
süren üç
ayrı seyahate çıktı.
Hacdan
sonra Mardin'e kadar Irak ve İran taraflarını gezdi. 1329-1330
yıllarında
Mekke'de bulundu.
Daha
sonra Yemen'e, oradan Somali'ye, oradan da Afrika'nın doğu kıyı-
sını takip
ederek Zengibar'a gitti. Sonra da Umman-Bahreyn ve Yemame
üzerinden
hac için üçüncü defa Arabistan'a gitti.
Suriye'deki Lazkiye'ye, oradan da Ceneviz gemisiyle Anadolu'ya, Alan-
ya'ya
geçti ve Anadolu'nun önemli yerlerini (Antalya, Burdur, Isparta, Eğir-
dir,
Denizli, Konya, Karaman, Aksaray, Niğde, Kayseri, Sivas ve Erzurum)
gezdi.
Marmara bölgesini dolaştı. Kastamonu'dan Sinop'a, oradan da Kı-
rım'a
geçti. Güney Rusya'daki Özbek Han'ın ordugâhına ulaştı.
Kendi
anlattığına göre, Bulgar şehrine ve İstanbul'a geldi. Bundan sonra
yeniden
doğuya geçerek, Özbeklerin başkenti Saray'da bir müddet oturdu.
Daha soma
Harizm, Maveraünnehir, Horasan ve Afganistan'da kaldı.
Hind
diyarına geçti. Dehli'de (Delhi) 7 sene kadılık ve benzeri vazifeler-
de
bulundu. 1342'de Hint padişahlarından Tuğluk Şah'ın emriyle Çin'e elçi
yapıldı.
Sonra Endonezya'yı, Cavâ yı gördü ve Pekin'e vardı. Çin'de siyasi
havayı iyi
görmediği için memleketine dönmeye karar verdi ve 1349'da
Fas'a
geldi.
Sultan Ebu İnan tarafından kabul edildi. Henüz seyahatlerinin bittiğine
inanmıyordu. Bu arzuyla İspanya'ya gitti. Dönüşte Büyük Sahra'ya,
Sudan'a
ve Mali'ye
uğradı. 1353'te seyahatini bitirdi.
İbn-i
Battuta, ömrünün büyük kısmını seyahatlerle geçirdi. O zamanki
vasıtalarla imkânsız sayılacak kadar uzun seyahatler yaparak Müslümanlar
ve
Müslümanlıkla irtibatı olan bütün memleketleri gezdi. Onların tarihi,
coğrafi,
etnik ve kültürel durumları hakkında malumat ve bilgi sahibi oldu.
Dolaştığı
her yerde ülkenin hekimleri, ileri gelenleri ve her tabakadan in-
sanlarla
tanıştı. Onların âdetlerini, törelerini, yaşayışlarını, yediklerini,
içtiklerini teferruatlı olarak tesbit etti. Hükümdarların, makam
sahiplerinin
anlaşmazlıklarını, mücadele ve savaşlarına ait önemli bilgileri not
etti. Seyahatleri
sonunda vatanı Tancâ ya döndüğünde tuttuğu notları, görüp işitti-
ği mühim
hadiseleri, Fas Merihi Sultanı Ebu İnari'nin arzusu üzerine kâtip
İbn-i
Cüzey'e anlattı. İbn-i Cüzey, bazı tarihi eksiklikleri de ilave ederek,
eseri 1355
senesinde tamamladı. Tuhfet-ün-Nüzzar fi Garaib-il-Emsal ve
Acaib-il-Efsar adı verilen ve kısaca Rıhle veya Seyahatname diye bilinen
eser,
Sultan Ebu İnan'a takdim edildi. İbn-i Battuta, eserini yazdıktan bir
süre sonra
1368 senesinde memleketi Tancâ da vefat etti.
Seyahatname oldukça önemli bir eserdir. Her yönden bilgilerle yüklü-
dür. İslâm
alemini çevreleyen topraklar hakkında son derece kıymetli bilgi-
leri
taşımaktadır. Seyahatnamesi İbn Battuta'nın, Sudan ve Nijerya bölgele-
rinin
gerçek kâşifi olduğunu gösterir. Zengibar, Hindu-kuş, İndüs, Maldiv
Adaları,
Sumatra hakkında verdiği bilgiler bütünüyle doğrudur ve doğrulu-
ğu
Avrupalı seyyah ve mütehassıslarca da tasdik edilmektedir. Volga kena-
rında
bulunan Saray şehri hakkında verdiği bilgiler, son arkeolojik araştır-
malarla da
doğrulanmıştır.
Seyahatname, tarih bakımından da büyük değer taşır. Sudan'a ait notları
enteresandır. Bu notlar sayesinde, eskiden o topraklar üstünde bulunan
zen-
ci Manding
devleti unutulmaktan kurtulmuştur.
Memleketimizde İbn-i Battuta Seyahatnamesi adıyla tanınan bu eser,
yazıldığı asrın
İslâm ülkeleri ve
diğer ülkelerin tarihi, coğrafyası, folklor ve etnolojisi, dini, içtimai
ve ilmi
durumu hakkında
kıymetli, sağlam ve aydınlatıcı bilgiler vermiş, Hint fakirlerinden,
Anadolu
ahilerinden, İran'daki Batınilik hareketinden bahsetmektedir.
Ayrıca görüp işittiği bazı alim ve veliler, meşhur ziyaretgâhlar
hakkında
menkıbeler
ve kısa biyografik bilgiler de vermiştir. Luristan atabegleri, İl-
hanlılar
ve Asya'da çeşitli yerlerde bulunan valiler, emir ve kumandanlarla,
askeri ve
idari teşkilâtları hakkında geniş bilgiler vermiştir. Anadolu'yu an-
latırken
de, Osman Bey'in oğlu Orhan Gazi'den geniş şekilde bahsetmiş, di-
ni ve
içtimai bir mahiyette olan ahilik teşkilâtı hakkında dikkat çekici bil-
giler
vermişti.
Seyahatname, yemek, giyim, kuşam ve geleneklerle ilgili etnoloji ve
folklor
malzemesi yanında, İslâm dünyasının ekonomik ve sosyo-kültür se-
viye ve
yapısına büyük ölçüde ışık tutan önemli eserlerden biri olarak ka-
bul
edilmiştir.
Bu
eser, aynı zamanda İbn-i Battutâ nın şahsiyetini yansıtmsaktadır. O,
tabiata
değil, insanlara ilgi duymaktaydı. Tabiatla ilgili tasvirleri çok zayıf,
hatta yok
gibidir. Tabiat şartlarına, iklime az ilgi duymuştur. Eser, o zaman-
ki İslâm
dünyasının birlik ve beraberliğini göstermesi bakımından ilgi çe-
kicidir.
Seyahatname, Osmanlı sultanlarından Beşinci Mehmed Reşit Han'ın kâ-
tiplerinden Muhammed Şerif Paşa tarafından 1907 senesinde Türkçe'ye
çevrilerek
iki cilt halinde basılmıştır.
İbn Batuta ve
seyahatleri konusunda şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz:
Medieval
Sourcebook:
Ibn Battuta: Travels in Asia and Africa 1325-1354
Ibn Battuta on the Web
Ibn
Battuta: Travels in Asia and Africa 1325-1354
The Longest Hajj: The Journeys of Ibn Battuta
Travels with a Tangerine: Travels in the Footnotes of Ibn Battutah and
The Hall of a Thousand Columms: Hindustan to Malabar with Ibn Battutah
Gezgin Batuta’nın Hikayesi
Öyle birini düşünün ki, günümüzden yaklaşık 470 yıl önce,
deve kervanlarıyla, yelkenlilerle, at üstünde Asya, Afrika
ve Avrupa´yı gezerek tahmini 25.000 km´li bir yol aştı.
İnanılmaz olaylar anlatarak, yüzyılları aşan bir kitap
yazdırdı; "Rıhle"yi... İşte size Hz. Adem´in ayak izi, kadın
memesi yiyen yamyamlar, Hindistan´da taşlaşmış insanlar,
Karanlık Ülke, Manisa, Birgi´ye düşen kara göktaşı ve
yüzlerce yıl önce zift olarak kullanılan petrol...
|
|
"Önce
Esirgeyen ve Bağışlayan Allah´ın adıyla..." tüm zamanların en büyük
gezginlerinden birisi olan İbni Batuta söze böyle başlıyordu. Öyle
birini düşünün ki, 21 yaşında yollara düşerek, 29 yıl boyunca durup
dinlenmeden iki kıtayı dolaşsın, yaklaşık 125.000 km. yol yapsın.
Batuta, Marko Polo´nun üç katı daha fazla dolaştı ve günümüzdeki
coğrafya ile 44 ülkeyi gezerek, bugün Paris´de Bibliotheque
Nationale´da saklanan 640 yıllık el yazması ünlü kitabını yazdı.
Batuta, 13 Haziran 1325 yılında doğum yeri olan Tanca´yı
terkettiğinde, Mekke´ye hacı olmaya gidiyordu. Gerçek adı, Şeyh
Abdullah Muhammed ibn Abdullah ibn Muhammed ibn İbrahim el
Lavati´idi. Eğer bugün yolunuz Tanca´ya düşerse, stadyumun yakınında
bulunan Batuta´nın yerini ziyaret edin. Tanca uzak geçmişin buhur
kokularıyla buram buramdır, buradan Finikeliler, Romalılar,
Vandallar, Araplar, İspanyollar gelip geçtiler, yaşadılar, ticaret
yaptılar, genç Batuta, askerlerin, korsanların ve usta kaptanların
arasında dolaşırken deniz çizgisinde soluklaşan uzak ufuklara
açgözlülükle bakıyordu, ta ki upuzun bir deve kervanıyla Mekke´ye
doğru yola çıkıncaya kadar...
Kervan on ayda, Cezayir, Tunus ve Libya´yı geçerek Mısır´a
İskenderiye´ye vardı. Büyük limanı ve daha o zamanlarda yokolmaya
başlamış olan dünyanın 7 harikasından birisi olan dev deniz fenerini
gördü. Nİl Deltası´nda Fuwa Köyü´nde dönemin tanınmış mistiği Şeyh
Ebu Abdullah´ın evinde geceledi ve rüyasında geleceğini gördü;"Dev
bur kuşun kanatları üzerindeydim, beni Mekke yönüne sonra da Yemen´e
doğru uçurdu, sonra doğuya döndü ve çok uzun bir uçuşa başladık,
aşağıda bazıları bol ışıklı, bazıları karanlık yemyeşil ülkeler
vardı ve beni oraya indirdi." Ertesi gün Batuta, Şeyh´e rüyasını
anlattı, Şeyh doğuya gitmesi gerektiğini söyleyerek rüyayı
yorumladı. Batuta bu öneriyi reddetmeyecekti, Şeyh´in verdiği
yolluğu ve gümüş paraları alarak yola düştü. Kahire´ye vardığında,
ülkeyi Memlükler yönetiyordu. Batuta kitabında Kahire´nin dar
sokaklarını, 12.000 su taşıyıcısını, 30.000 hamalı, 36.000 tekneyi
yazacaktı. Nil´in sayısız kıvrımlarını anlattı. Sonra Kudüs´e geçti.
Batuta, Mescidi Aksa´nın altın kubbesini güneş gibi parlayan bir
ışık kütlesi olarak tarif ediyordu. Sonra, Akka yolundan Beyrut´a
doğru yola devam etti. Hamah´daki muhteşem orkide bahçelerini ve su
değirmenlerini anlattıktan sonra Şam´da bir kervana katılarak
Antakya´ya kadar gitti. Daha sonra onu 55 günlük bir kervan
yolculuğunun ardından Mekke´de görüyoruz, hacı oldukan sonra yine
yola düşerek Somali ve Zangibar´ı gezdi, sonra Bağdat´a ve Necef´e
gitti, Şiileri tanıdıktan sonra Hz.Ali´nin mezarını ziyaret etti.
Oradan aşağı inerek İran Körfezi´ni, Umman´ı ve Bahreyn´i gezdi.
Orada Hintli hacılarla tanıştı ve Hintliler´in müslümanları
beklediklerini öğrenince Hindistan´a arka kapısından girmeye karar
verdi. Anadolu´ya yönlendi, Lazkiye´den Alanya´ya geçti, uzun uzun
Türkler´in sıcak dostluğunu, misafirperverliğini anlattı. Batuta,
kadın erkek ayrımı olmaksızın her ihtiyaçlarını karşıladıklarını
yazarken peçesiz Türk kadınlarının yardımseverliğini özellikle
belirtiyordu. Ona ekmek, ayran, et ikram ediyorlar ve din hakkında
sohbet etmesini istiyorlardı. Batuta´nın sonraki durağı Mevlana´nın
kenti Konya´ydı, orada danseden dervişleri izledi ve Sufizm´le
tanıştı. Ona "Gel, herkes hoşgeldi, ruhunun özgürlüğü için bize
katıl." Uzun nefes ekzersizleri, Allah zikirleri ve uzaklardan gelen
kudüm ritmi ve ardından başlayan kozmik uykuda gezerlerin uzay ve
zaman dışındaki dönüşleri. Ve beyinlerde aralıksız duyulan tek bir
ses; "La İlahe il Allah"... Gezinin sonrasında Kayseri, Sivas,
Erzurum, Kastamonu, Safranbolu, Bolu, Balıkesir, Bergama ve Manisa
vardı. Sonra onu Sinop´da görüyoruz, oradan Kırım´a geçti, oradan
Bulgaristan´a ve İstanbul´a ulaştı. Derken Özbekistan´a döndü,
oradan Horasan ve Afganistan´a geçerek Hindistan´ın arka kapısına
ulaştı.
Süper gezgin yorulmak bilmiyor... İbni Batuta, Sind Sultanı Tuğluk
Şah´ın emrine girdi ve bu arada tüccarlara borçlandı, borcunu
ödeyebilmek için Delhi´de yedi yıl yargıçlık yaptı ama olmadık bir
anda başı derde girecekti, Hintli bir mistiği ziyarete gittiğinde
tutuklandı. Mistik idam edildikten sonra serbest bırakıldı. Bir
zaman sonra Sultan değişti, yeni Sultan ise Batuta´yı Çin Elçisi
atadı. Bu hiç beklemediği görev gezginin çok şaşırtmıştı. Ve 1341
yılında inanılmaz bir konvoyla yola çıktı, yanında küçük bir ordu,
yüzlerce Hintli dansöz, altın şamdanlar, brokarlar, mücevherli
silahlar ve incili eldivenlerden oluşan bir hazine vardı. 1000 atlı
konvoya eşlik ediyordu ve yeni Büyükelçi Hint Okyanusu´na doğru yola
çıktı. Yolda isyancıların saldırısına uğradı ve soyuldu, esaretten
güç kurtarıldı. Yine yola düştü, güneye inerek Maldive Adaları´na ve
Seylan´a kadar gitti. Seylan´da amacı Adem Peygamber´in ayak izini
ziyaret ederek hacı olmaktı. Zirvelere tırmanarak, kutsal ayak izini
gördü, iz 12 karış büyüklüğündeydi, Budist rahipler, Zen hocaları ve
Hindular İnsanlığın Atası için hep beraber dua ediyorlardı. Orada
geçirdiği huzur dolu günlerden sonra Batuta´yı Java ve Sumatra
Adaları´nda görüyoruz, orada yaşayan müslümanlara din hocalığı
yaptı.
Bir süre sonra yine yollara düşen Batuta nihayet Çin kıyılarına
çıkıyordu, Taiwan´ın karşı kıyısındaki Cathay´a ulaştı, orada
gördüğü şey onu çok şaşırttı. Karşısında pagoda benzeri bir cami
vardı, cami 350 yıllıktı ve orada dua etti. Bugün oraya gidenlere
Batuta´nın dua ettiği yer gösteriliyor. Çin´in içinde 9 ay yolculuk
ettikten sonra, dünyada en güvenilir yolculuğun Çin´de yapıldığını
yazdı. Pekin´e kadar gitti. Yaşadıkları onun için inanılmazdı, artık
geri dönmeye kararlıydı. Sumatra, Kalkütta, Hürmüz, Bağdat üzerinden
giderek üç yıl sonra Mekke´ye tekrar ulaştı. Fas´a geldiğinde
yorgundu ve annesi sadece 9 ay önce ölmüştü. Sultan´a çıkarak,
gezilerini uzun uzun anlattı. Bir zaman sonra yine seyahat güdüsü
depreşti, İspanya´ya geçerek Malaga ve Granada´yı ziyaret etti,
Fas´a dönerek ülkesinin içlerini gezdi,
Uzak Doğu´dan dönüşünden üç yıl sonra yine bir kervanla Büyük
Sahra´ya yollandı. 2500 km yol alarak Sahra´yı aştı ve Mali´ye kadar
geldi, Nijer´i gördü, Timbuktu´yu gezdi sonra geriye Fas´a döndü.
Sultan´ın hizmetine girerek üç yıl çalıştı ve inanılmaz kitabı
"Rıhle-Seyahatname"yi tamamladı. Bazı kaynaklara göre ise, son
yıllarında yargıçlık yaptı ve 1369 yılında 63 yaşında öldü.
Mezarının yeri bilinmiyor, Tanca´da küçük bir yer onun anısına
yapılmış. Onun için Mevlana gibi; "Öldüğümüz zaman, mezarımızı
dünyada aramayalım, yerimiz insanların kalbinde olmalıdır." deniyor.
Yüzyıllar öncesinde, ulaşımın hemen hemen imkansız hatta ölümcül
olduğu bir çağda dünyanın hemen yarısını gezen muhteşem İbni
Batuta´nın önünde saygıyla eğilmek gerekiyor. Rihle yani Seyahatname
aslında Batuta´nın kaleminden çıkmış değildir, anlattıkları İslam
bilgini İbn Cücey el-Kelbi tarafından yazılmıştır. Kitaba bazı
eklentiler yapmış, dönemin bazı ünlü bilgin ve şairlerinden
alıntılar yapmıştır. Hatta, bazı alıntıların başka gezginlerden
alındığı da söylenir. İç Anadolu hakkında yazdıkları pek yeterli
görünmese de, Afrika hakkında anlattıkları tam anlamıyla coğrafi bir
keşiftir, Volga bölgesi için yazılanlar arkeolojik araştırmalara
kaynak olmuştur. Hindistan tarihi ile ilgili önemli bilgiler verir.
Büyük ulaşım yollarını kara ve deniz olarak anlatır, ülkelerin
folklörik, yeme, içme adetlerini, ticaret merkezlerini, sınai ve
zirai kaynakları, o dönemin ithalat ve ihracatını, dönemin İslam
dünyasını ve İslami mezheplerin yaşam biçimlerini uzun uzun
anlatarak, olağandışı bir kaynak oluşturmuştur. Kitap bu güne kadar
altı dile çevrilmiş ve ilk kez 1800 sonlarında Türkçe
yayınlanmıştır. Ve yaşadığı çağın gereği olarak fantastik bir dille
yazdıklarından birkaç örneği görmek gerek...
Piramitler hakkında; "Tufan´dan önce malum olan bütün ilimler Yukarı
Mısır´da Sad bölgesinde oturan Hunuh denen Hermes´dan alınmıştır.
Astronomik hareketleri ve ilahi cevherleri ilk anlatan odur, bilimin
ve üretimin kaybolmasından korkarak piramitleri yapmış ve üzerlerine
tüm araçları resmeden yine Hermes´dir... Piramitin kapıları yoktur
ve neden yapıldığı bilinmemektedir... Bir söylentiye göre
tufanlardan korkan bir firavun bilimin, hükümdar eşyalarının ve
cesetlerinin kaybolmaması için yaptırılmıştır. İçinde bunlar
saklıdır..."
Meryem ve Hz.İsa´nın mezarları: Kudüs´de Cehennem Vadisi denen yerde
bulunan kiliseye Hz.Meryem´in mezarı deniyor... yine orada bir başka
kiliseye de Hz.İsa´nın mezarı deniyor ve ziyaret ediliyor ama safi
yalandır...
Garip bir olay: Bir defa Dehli´ye beş günlük mesafede bulunan
Afkanbur´daydım... Bir grup derviş gelerek bir gece kalma istediler,
bunlara Haydari deniyordu... reisleri zenciydi, bana gelerek
etrafında raks etmek için ateş yakacağını söyleyerek odun istedi...
ateşi yaktılar ve yatsı namazından sonra kor haline gelmiş ateşin
içine girip raksederek yuvarlanmaya başladılar. Reisleri benden
gömleğimi istedi ve ateşin içine girerek gömlekle alevleri
söndürdü... gömleği bana getirdiğinde ateşin asla etkilememiş
olduğunu gördüm.
Petrol hakkında: Dicle civarında Kıyare denen bir yer vardır, burada
bulunan siyah bir yerde zift kaynakları vardır, ziftin toplanması
için havuzlar yapılmıştır. Zift zemin üzerinde pek siyah, parlak,
yumuşak, hoş kokulu çamura benzer. Kaynakların çevresinde oluşan
siyah gölün üzerinde inca bir yosun olup, onu kenara atınca zift
olur. Zift çıkarmak istendikçe kaynakta ateş yakılır, ateş rutubeti
buharlaştırır sonra zift parçaları ayrılarak çıkarılır. Kufe ve
Basra arasında da böyle kaynakların bulunduğu söylenir.
Anadolu hakkında: Alanya´ya ulaştık... bu ülke dünyanın en güzel
memleketidir, Allah diğer ülkelere tek tek bahşettiği güzellikleri
burada bir araya getirmiştir. Ahalisi güzel ve temizdir... bunlar
için "bolluk, bereket Şam´da, şefkat ise Anadolu´da dır"denmiştir...
Bu ülkede bir eve indiğimizde kadın, erkek durumumuzu
soruştururlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar,
ayrılacağımız zaman sanki akrabaymış gibi bizimle vedalaşırlar ve
gözyaşı dökerlerdi... Alanya büyük bir şehirdir ve ahalisi
Türkmen´dir...
Bir göktaşı: Birgi Sultanı Aydınoğlu Mehmet Bey´in konuğuydum...
Sultan bana gökten düşmüş taş görüp görmediğimi sordu. Ben de, ne
gördüm, ne işittim dedim. Birgi dışına böyle bir taşın düştüğünü
söyleyerek adamlarına taşı getirtti. Sert, parlak ve simsiyah bir
taş getirildi... taşçılar çağrıldı... taşı parçalamaları
emredildi... dört usta çekiçlerle taşa vurdukları halde taş üzerinde
zerre kadar iz meydana gelmedi... sonra Sultan taşı eski yerine
göndertti.
Karanlık Ülke: Bulgar şehrinden geçerek Karanlık Ülke´ye gitmek
istedim, kırk günlük yol vardı... vazgeçtim... orası buz
deryasıydı... yolcular bu ülkede kırk gün giderler ve Karanlık
Ülke´nin yanında kamp kurarlar, getirdikleri malları sınıra bırakıp
geri dönerler... ertesi gün geldiklerinde mallarının alınmış
olduğunu, yerlerine samur, sincap veya rakun kürklerinin bırakılmış
olduğunu görürler. Alışverişleri budur... Oraya gidenler kiminle
alışveriş yaptıklarını, bunların in mi cin mi olduğunu bilmezler...
Taş insanlar: Hindistan´da Laheri şehri dışında Tarna denen yere
vardığımızda, insan ve hayvan şeklinde sayısız taşlar gördüm.
Bunların çoğu kırılmış, bir baş veya bir uzuv kalmıştı. .. bir sur
ile ev duvarlarının izleri vardı... bir ev kalıntısının içinde taş
bir peyke üzerinde elleri arkasına bağlı gisi duran taş bir insan
vardı... Kalıntılar arasındaki çukurlar pis kokulu sularla
doluydu... Bir duvarda Hintçe bir kitabe vardı... yanımda bulunan
arkadaşım şöyle dedi; "Tarihçilerin söylediğine göre, burada eskiden
çok büyük bir şehir vardı, şehir sakinleri büyük rezaletler
işlediklerinden hepsi taş kesildiler. Hintçe kitabede bu insanların
1000 yıl önce uğradıkları felaket anlatılır."
Cukiler: Bu garip insanlar Hindistan´da Perven şehrinde yaşarlar...
aylarca birşey yemez içmezler, çukurlar kazılır, bir tek hava deliği
bırakılır ve orada aylarca kalırlar, bir sene kalanını bile
işittim... halkın inancına göre bu adamlar bir hap yapıp onu yerler
ve uzun zaman acıkmazlar... bunlar gelecekten de haber verirler...
kimisi bakışıyla adam öldürür... bir gün Sultan beni yanına çağırdı
yanında iki Cuki vardı, onlara benim bir yabancı olduğumu,
görmediğim şeyleri göstermelerini emretti... birisi bağdaş kurarak
yerden havaya yükselince ben korkudan düşüp bayıldım... bir ilaçla
ayıltmışlar... sonra ötekisi heybesinden bir nalın çıkardı, yere
vurdu ve nalın mendi kendine havaya yükselip, boşlukta duranın
ensesine gidip vurunca adam yere indi... Sultan aklıma zarar
geleceğinden korktuğu için daha büyük şeyer yaptırmadığını söyledi
Adem Peygamber´in ayak izi: Dünyanın en yüksek dağlarından birisi
Seylan´da Serendip Dağı´dır, çıkınca bulutlardan aşağısını
göremezsiniz... orada Hz. Adem´in ayak izi siyah ve yüksek bir
kayanın içinde bulunur. Ayak kayaya gömülerek iz bırakmıştır, boyu
12 karıştır... eskiden Çinliler gelerek kayadaki ayak izinin baş ve
yanındaki parmakların izini kırarak oradaki bir tapınağa
koymuşlar...
Yamyamlar: Timbuktu´da müslüman olmayan zenciler insan eti yerler
ama beyazların etini yemezler, onlara göre beyaz insan eti gerektiği
gibi gelişmemiştir, zenci eti tam kıvamındadır... bir gün bunlardan
bir grup Sultan Mensa´yı ziyaret etti, Sultan bunlara ikram olsun
diye bir hizmetçi kadını verdi, kadını boğazlayıp yedikten sonra
kanını ellerine ve yüzlerine sürdüler... kadın etinin en lezzetli
yerleri ey ayasıyla, memesiymiş..
Kitabın sonu: İbni Cüzey der ki; "Akıl sahibi hiçbir insan İbni
Batuta´nın yüzyılın gezgini olduğunu takdir edememezlikten gelemez.
Onun için bu milletin gezginidir denilirse abartılmış olunmaz. Benim
İbni Batuta´dan yaptığım özet burada son buldu. Bu eserin yazılışı
Şubat 1536´da dır..."
Günümüzden 460 yıl önce yazılan bu eser gerçekten inanılmazdır. Ama
daha inanılmazı İbni Batuta´nın o dönemin dünyasının hemen hemen
üçte ikisini sağ salim gezmiş olmasıdır. Anlattıkları benzeri
gezginlerin anlatılarının çoğunun üzerinde ve çok daha zengindir.
Kaynak:
http://enteresanolaylar.blogcu.com/2846780
Piri Reis
|
Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1465-1470 arasında
Gelibolu'da doğdu. Asıl adı Muhiddin Pirî'dir. Karamanlı
Hacı Ali Mehmed'in oğlu ve ünlü Osmanlı denizcisi Kemal
Reis'in yeğenidir. Akdeniz de korsanlık yapmakta olan
amcasının yanında yaklaşık 1481'den sonra denize açıldı.
1487'de onunla birlikte İspanya'daki Müslümanlar'ın
yardımına gitti. 1491-1493 arasında Sicilya, Sardunya,
Korsika adalarına ve güney Fransa kıyılarına yapılan
akınlara katıldı. Amcasıyla birlikte Osmanlı Devleti'nin
hizmetine girerek 1499-1502 Osmanlı-Venedik Savaşı'nda bir
savaş gemisinde kaptanlık yaptı. 1511'de amcasının ölümü
üzerine Gelibolu'ya çekilerek Kitab-ı Bahriye (Denizcilik
Kitabı) üzerinde çalıştı ve 1513'te bir dünya haritası
çizdi.
|
1516
Mısır seferinde Osmanlı donanmasında kaptan olarak savaştı. 1517'de
ilk çizdiği haritayı Yavuz Sultan Selim Han’a sundu. 1521'de Kitab-ı
Bahriye'yi tamamladıktan sonra 1522'de Rodos seferine
katıldı.1524'te sadrazam Makbul İbrahim Paşa'yı Mısır'a götüren
gemiye kılavuzluk etti. Sadrazamın ilgilenmesi üzerine 1525'te
Kitab-ı Bahriye'yi yeniden düzenleyerek onun aracılığıyla Kanuni
Sultan Süleyman Han’a sundu. 1528'de çizdiği ikinci haritasını da
padişaha armağan etti. 1528'den sonra güney denizlerinde görev
yaptı. Portekizlilerin Aden'i alması üzerine Süveyş'teki Osmanlı
donanmasına kaptan atanarak 26 Şubat 1548'de Aden'i geri aldı.
1552'de önemli bir Portekiz üssü olan Maskat'ı ve ardından Kişm
Adası'nı alarak Hürmüz Kalesi'ni kuşattı. Portekizliler'in Basra
Körfezi'ni kapatmak istediklerini duyarak kuzeye yöneldi. Katar
Yarımadası'na, Bahreyn Adası'na egemen olarak Mısır'a geçti.
Donanmayı Basra Körfezi'nde bıraktığı için sefer sırasında
kendisinden yardımını esirgeyen Basra Valisi Kubâd Paşa'nın da
girişimleriyle suçlu görülerek Kahire'de 1554 yılında idam edildi.
Büyük
bir denizci olduğu kadar büyük bir haritacı olan Pirî Reis,
korsanlık günlerinden başlayarak gezip gördüğü yerleri yabancı
kaynaklardan da yararlanarak tarihi ve coğrafi özellikleriyle
birlikte kitabında anlatmış ve haritalarını çizmiştir. Kitab-ı
Bahriye'nin nazımla yazılan ve denizcilikle ilgili tüm bilgilerin
toplandığı başlangıç bölümünde, genel açıklamalardan sonra Ege ve
Akdeniz adaları tanıtılarak denizle ilgili gözlem ve deneyim önemi
vurgulanır. Fırtına, rüzgâr çeşitleri, pusula ve haritanın
tanımından sonra dünyayı kaplayan denizler ve karaların oranı
belirtilir. Portekizliler'in denizcilikteki ilerlemeleri ve
keşifleri, Çin Denizi, Hint Okyanusu, Akdeniz ve Ege Denizi'ndeki
rüzgârlar, Basra Körfezi, Atlas Okyanusu ayrıntılı biçimde
anlatılır.
Düz
yazı ile anlatımın başladığı haritalı bölüm asıl metni oluşturur. Bu
bölümde Çanakkale Boğazı'ndan başlayarak Ege Denizi kıyı ve adaları,
Adriyatik Denizi kıyıları, Batı İtalya, Güney Fransa, Doğu İspanya
kıyılarıyla çevresindeki adalara ilişkin tarihi, coğrafi bilgiler
verilerek Kuzey Afrika kıyıları, Filistin, Suriye, Kıbrıs ve Anadolu
kıyıları izlenerek Marmaris'te tüm Akdeniz'in havzası noktalanır.
1513'te çizdiği ilk haritasında Kristof Kolomb'un 1498'de çizdiği
Amerika haritasından, Portekiz ve Arap haritalarından yararlandığını
belirtir. Elde kalan parçası Avrupa ve Afrika'nın batı kıyılarıyla
Atlas Okyanusunu, Antil Adalarını, orta ve Güney Amerika'yı
gösterir. 1528'de çizdiği ikinci haritasından günümüze kalan parça,
büyük bir dünya haritasının kuzey batı köşesi olup Atlas
Okyanusu'nun kuzeyini, kuzey ve orta Amerika'nın yeni keşfedilmiş
kıyılarını ve Grönland'dan Florida'ya uzanan kıyı şeridini içerir.
Adalar ve kıyılar son keşiflere dayalı olarak daha doğru çizilidir.
Keşfedilmeyen yerler ise beyaz bırakılarak, bilinmediği için
çizilmediği belirtilir. İlk haritadan daha büyük ölçekli ve gelişkin
olan ikincisi, teknik olarak döneminin en ileri örneğidir.
ESERİ:
Kitab-ı Bahriye, (Yeni harflerle, Denizcilik Kitabı, 2 kitap, Y.
Senemoğlu (haz),Tercüman 1001 Temel Eser)
Macellan
|
|
Türkçe
okunuşuyla Fernando Macellan,dünyanın çevresini dolaşan deniz
yolunda ilk seferi tamamlayan ve bu yolu bulmasıyla dünya
tarihine geçen Portekizli bir denizcinin adıdır.
Soylu bir aileye mensup olan Macellan 1480 yılında Portekiz'in
Sabrosa şehrinde doğmuştu. Henüz çocuk sayılacak yaşta, saray
hizmetlerinde yetiştirilmek amacıyla kralın yanına verildi. 25
yaşındayken Portekiz donanmasında görev aldı. Donanmanın
seferlerinden birinde,Fas'ta Araplarla çarpışırken yaralandı ve
bu yaradan kalma sakatlığı hayatının sonuna kadar sürdü.
Macellan daha küçük yaşında,deniz ve denizcilikle, coğrafya
bilimiyle çok ilgileniyordu.Tarihin bu döneminde,ünlü bazı
denizcilerin seferleriyle,yapılan keşiflerle,o tarihe kadar
bilinen coğrafyada değişiklikler olmuştu. Macellan, Asya'nın
güneyinde tükenmez baharat ve altın kaynaklarıyla zengin
adaların varlığından söz edildiğini işitmişti.Yeni yeni ülkeler
bulan,kendi uluslarına büyük zenginlikler kazandıran
kaşiflere
özeniyor, onların arasına katılmak istiyordu.
|
|
Bu isteği,zamanla bir saplantı,bir tutku niteliğini aldı.
Portekiz'den kalkıp daima batıya doğru yol alınırsa, sonunda
doğu ülkelerine varılacağını tasarladı. Macellan başlangıçta
devamlı olarak doğu yönünde gitmeyi ve batıdan dönmeyi
düşünmüştü. Fakat Portekiz kralı onun bu tasarısına karşı çıktı.
Bunun üzerine çaresiz kalan Macellan İspanya kralına başvurdu.
İspanya kralı öneriyi kabul etti. Ancak ,İspanyayla Portekiz
arasında bir anlaşma vardı. Doğuya seferler yapmak hakkı
Portekiz'e tanınmıştı. Bu nedenle, Macellan'ın batıya doğru
açılması gerekiyordu.
10 Ağustos 1519 tarihinde, Macellan İspanya'nın Sevil limanından
beş gemi ve 300 kişiyle denize açıldı. Gemiler küçüktü. İspanyol
mürettebat,bir Portekizlinin komutası altında olmaktan hoşnut
değildi. Bunun için, yolculuk hayli güç şartlar altında devam
etti. Mürettebat hoşnutsuzluğunu sık sık açığa vurmaktan
çekinmiyor,işi baş kaldırmaya kadar götürüyordu.
1520 yılının Ekim ayında,gemiler Güney Amerika kıyılarından
aşağılara inerek şimdiki adıyla "Macellan Boğazı" na girdiler.
22 günlük bir yolculuktan sonra,boğazın öbür çıkışındaki
okyanusa ulaştılar. Macellan,burada sular Atlas Okyanusu'na
oranla daha sakin olduğu için,bu okyanusa "sakin" anlamına
"Pasifik" adını verdi.
Boğaz'a girmeden önce bir fırtına esnasında gemilerden biri
batmış,ikinci bir gemi de gecenin karanlığından yararlanarak
gizlice kaçmıştı.Macellan'ın gemileri Pasifik Okyanusu'nda
yaklaşık olarak 4 ay yol aldılar. Yiyecek tükenmeğe yüztutmuştu.
Tayfaların çoğu hastaydı. Sonunda okyanustaki küçük adalardan
birini gördükleri zaman, gemileri bir bayram havası kapladı.
Bugünkü adıyla Mariana Adaları'na gelmişlerdi. Burada karaya
çıkılıp yiyecek ve su ikmali yapıldı. Sonra tekrar yola
çıktılar. Yolculuğun başlangıcından 1 yıl zaman geçmişti ki
Filipin adaları'na vardılar.
Maeellan ve adamları Filipinler'de aylarca kaldılar.Adalar arası
gezintiler yaparak baharat ve altın toplamağa çalıştılar.
Yerlilerle iyi geçinmeğe çalışmasına rağmen, bir kabile
başkanına yardım için onun düşmanlarıyla çarpışmak zorunda kaldı
ve bu çarpışmada yaralandı. Ertesi gün, 27 Nisan 1521 tarihinde
de hayata gözlerini kapadı.
Filipinler'den iki gemiyle ayrılan Macellan'ın adamları, bugünkü
Endonezya adalarına ulaştıkları zaman 50 kişi kalmışlardı.
Gemilerden birini de yolda terkettiler. Endonezya
adalarında,batıdan buralara gelmiş olan Portekizliler'l
ekarşılaştıkları zaman, dünyanın yuvarlak olduğu kesinlikle
anlaşılmıştı.
1522 yılının Eylül ayında Portekiz'e döndüklerinde, sadece bir
gemiye sığışmış 31 kişiydiler.
|
|
Kristof Kolomb
|
Cenovalı denizci ve kaşiftir. 1492'de Atlantik Okyanusu'nu
aşarak Kuzey Amerika'ya ulaşan ilk Avrupalıdır. Bu yolculuğunu
İspanyol bayrağı altında yapmıştır.
Amerika'yı keşfetmeden önce, Osmanlı Devleti dahil, tüm güçlü
devletlerden yardım istemiştir fakat kimse destek vermek
istememiştir. Sonunda İspanya, Kolomb'a yardım etmeyi kabul
etmiştir.
Kristof Kolomb, Amerika kıtasının bulunmasına ve Avrupa’ya
açılmasına öncülük etti. Bununla birlikte yeni kıta adını
Kolomb’la aynı dönemde yaşamış ve 1497 ya da 1499’da Güney
Amerika’ya ulaşmış olan Amerigo Vespucci adında bir İtalyandan
aldı. |
Daha
11. yüzyılda Norveçli Leif Eriksson Kuzey Amerika kıyılarını
dolaşmıştı, ama tarihte Amerika’nın keşfedilmesinin onuru Kolomb’a
aittir. Ne var ki, Kolomb yepyeni bir kıta keşfetmiş olduğunun
farkına varamamıştı. Onun amacı doğudaki baharat ve ipek gibi
değerli malların batıya getirilebileceği güvenli bir ticaret yolu
bulmaktı. 12 Ekim 1492’de Bahama adalarından birine çıktığında da bu
düşüncesini gerçekleştirmiş olduğunu sandı. Amerika kıtasını bulan
Kristof Kolomb,yepyeni bir kıta keşfettiğinin farkına varamamıştı.
Kristof
Kolomb İtalya’nın Cenova limanında yaşayan yoksul bir dokumacının
oğlu olarak dünyaya geldi. Avrupa’nın en işlek limanlarından biri
olan Cenova’da tüccarlar çeşitli ülkelerle ticaret yapıyor,
karayoluyla Hindistan’dan ve Uzakdoğu’dan gelen pamuk, kumaş ve
baharattan başka İngiltere açıklarında avlanan balıkları da
kurutulmuş ve tuzlanmış olarak satın alıyorlardı. Kristof Kolomb
büyük bir olasılıkla Marko Polo’nun Çin gezisi anılarını okumuş,
Leif Eriksson’un yüzyıllar önce yaptığı gizemli deniz yolculuğunun
öyküsünü dinlemişti.
Gençliğinde Akdeniz’in doğusuna bir deniz yolculuğuna çıkan
Kolomb,baharat ve ipek ticaretinin nasıl yapıldığını öğrenme olanağı
bulmuştu. Daha sonra 1476’da kuzeyde İngiltere’ye ve İzlanda’ya
kadar gittiği sanılmaktadır. Bu yolculuktan dönüşünde Portekiz’in
başkenti Lizbon’a taşındı. O çağda bile hala Dünya’nın dümdüz
olduğuna inanan birçok insan vardı.Kolomb ise Dünya’nın küre
biçiminde olduğu düşüncesindeydi. Kolomb çeşitli Dünya haritalarının
çizimine yardımcı oldu. Bu harita ve çizimlerde Dünya gerçekte
olduğundan çok daha küçük, Asya ise çok daha büyük gösteriliyordu.
Kolomb Asya’nın doğuya doğru çok fazla uzandığını, bu yüzden de
İspanya’dan yola çıkıp batıya doğru yol alarak oldukça kısa bir
zamanda Hindistan’a varabileceğini düşündü. Hindistan’ın uzaklığını
da hesapladı; Hindistan’ın bulunduğunu sandığı yer aşağı yukarı
Amerika’nın bulunduğu yere denk geliyordu.
Böyle
bir yolculuğu tasarlayan ilk insan Kolomb değildi, ne var ki, o
zamanki gemilerin küçüklüğü ve yeterli donanıma sahip olmayışı
yüzünden böylesine uzun ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmayı kimse
göze alamıyordu. 1480’de artık deneyimli ve kendine güvenli bir
denizci olan Kolomb ise Hindistan’a kısa sürede ulaşabileceğini
kanıtlayacak bir keşif gezisine önderlik edebileceğine inanıyordu.
Bu
yolculuk için gerekli gemileri ve parayı ancak İspanya ve Portekiz
hükümdarları sağlayabilirdi. Kolomb ilk önce Portekiz Kralı 2
Joao’ya başvurduysa da önerisi reddedildi. İspanya’nın önemli bir
bölümü Magripliler’in altındayken tahta çıkan Fernando ve Isabella
ise Kolomb’u içtenlikle kabul ettilerse de, ülkenin içinde bulunduğu
kargaşa yüzünden ona yardımcı olamadılar.
Kolomb
haritacılık yapan kardeşi Bartolomeo’yla birlikte İngiltere ve
Fransa krallarına başvurdu. Ama bu iki kraldan da yardım alamadı.
Sonunda ilk başvurudan yedi yıl sonra İspanya kraliçesi Isabella,
Kolomb’a yardım edeceğini bildirerek ona amiral ünvanı verdi.
Evliya Çelebi
|
Asıl adı Derviş Mehmed Zillî olan Evliya Çelebi'dir 1611 yılında
İstanbul Unkapanı'nda doğdu. Babası Derviş Mehmed Zillî, sarayda
kuyumcubaşıydı. Evliya Çelebi'nin ailesi Kütahya'dan gelip
İstanbul'un Unkapanı yöresine yerleşmişti. İlköğrenimini özel
olarak gördükten sonra bir süre medresede okudu, babasından
tezhip, hat ve nakış öğrendi. Musiki ile ilgilendi. Kuran'ı
ezberleyerek "hafız" oldu. Enderuna alındı, dayısı Melek Ahmed
Paşa'nın aracılığıyla Sultan IV. Murad'ın hizmetine girdi.
Evliya Çelebi Seyahatname’nin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi
anlatırken bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimiz Hazreti
Muhammed'i gördüğünü, ondan "şefaat ya Resulallah" diyerek
şefaat isteyecek yerde, şaşırıp "seyahat ya Resulallah"
dediğini, bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz'in ona gönlünün
uyarınca gezme, uzak ülkeleri görme imkanı verdiğini yazar.
Evliya
Çelebi bu rüya üzerine 1635'te, önce İstanbul'u dolaşmaya,
gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640’larda Bursa, İzmit
ve Trabzon’u gezdi, 1645'te Kırım'a Bahadır Giray'ın yanına gitti.
Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı,
savaşlara, mektup götürüp getirme göreviyle, ulak olarak katıldı. 1645'te
Yanya'nın alınmasıyla sonuçlanan savaşta, Yusuf Paşa'nın yanında
görevli bulundu.1646'da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed
Paşa'nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan'ın, Gürcistan'ın
kimi bölgelerini gezdi. Bir ara Revan Hanı'na mektup götürüp
getirmekle görevlendirildi, bu sebeple Gümüşhane, Tortum yörelerini
dolaştı. 1648'te İstanbul'a dönerek Mustafa Paşa ile Şam'a gitti, üç
yıl bölgeyi gezdi. 1651'den sonra Rumeli'yi dolaşmaya başladı, bir
süre Sofya'da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk,
Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.
|
|
Evliya
Çelebi 50 yılı kapsayan bir zaman dilimi içinde gezdiği yerlerde
toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler
yapmıştır. Bu geziler yalnız gözlemlere dayalı aktarmaları,
anlatıları içermez, araştırıcılar için önemli inceleme ve yorumlara
da olanak sağlar. Seyahatname'nin içerdiği konular, belli bir
çalışma alanını değil, insanla ilgili olan her şeyi kapsar. Üslup
bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi'nin, o dönemdeki Osmanlı
toplumunda, özellikle divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı
kalmadığı görülür.
Divan
edebiyatında düzyazı ayrı bir marifet ürünü sayılır, ağdalı bir
biçimle ortaya konurdu. Evliya Çelebi, bir yazar olarak, bu geleneğe
uymadı, daha çok günlük konuşma diline yakın, kolay söylenip yazılan
bir dil benimsedi. Bu dil akıcıdır, sürükleyicidir, yer yer
eğlenceli ve alaycıdır. Evliya Çelebi gezdiği yerlerde gördüklerini,
duyduklarını yalnız aktarmakla kalmamış, onlara kendi yorumlarını,
düşüncelerini de katarak gezi yazısına yeni bir içerik
kazandırmıştır. Burada yazarın anlatım bakımından gösterdiği başarı
uyguladığı yazma yönteminden kaynaklanır. Anlatım belli bir zaman
süresiyle sınırlanmaz, geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç
içedir. Bu özellik anlatılan hikayelerden, söylencelerden dolayı
yazarın zamanla istediği gibi oynaması sonucudur.
Evliya
Çelebi belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde
görmüş gibi anlatır, böylece zaman kavramını ortadan kaldırır.
Seyahatname'de, yazarın gezdiği, gördüğü yerlerle ilgili izlenimler
sergilenirken, başlı başına birer araştırma konusu olabilecek
bilgiler, belgeler ortaya konur. Bunlar arasında öyküler, türküler,
halk şiirleri, söylenceler, masal, mani, ağız ayrılıkları, halk
oyunları, giyim-kuşam, düğün, eğlence, inançlar, komşuluk
bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat varlıkları
önemli bir yer tutar.
Evliya
Çelebi insanlara ilgili bilgiler yanında, yörenin evlerinden, cami,
mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule,
kale, sur, yol, havra gibi değişik yapılarından da söz eder.
Bunların yapılış yıllarını, onarımlarını, yapanı, yaptıranı, onaranı
anlatır. Yapının çevresinden, çevrenin havasından, suyundan sözeder.
Böylece konuya bir canlılık getirerek çevreyle bütünlük kazandırır.
Seyahatname'nin bir özelliği de değişik yöre insanlarının yaşama
biçimlerine, davranışlarına, tarımla ilgili çalışmalarından, süs
takılarına, çalgılarına dek ayrıntılarıyla geniş yer vermesidir.
Eserin bazı bölümlerinde, gezilen bölgenin yönetiminden, eski
ailelerinden, ileri gelen kişilerinden, şairlerinden,
oyuncularından, çeşitli kademelerdeki görevlilerinden ayrıntılı
biçimde söz edilir. Evliya Çelebi'nin eseri dil bakımından da
önemlidir.
Yazar,
gezdiği yerlerde geçen olayları, onlarla ilgili gözlemlerini
aktarırken orada kullanılan kelimelerden de örnekler verir. Bu
örnekler, dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma
alanını belirleme bakımından yararlı olmuştur. Evliya Çelebi'nin
Seyahatname'si çok ün kazanmasına rağmen, ilmi bakımdan, geniş bir
inceleme ve çalışma konusu yapılmamıştır.1682'de Mısır'dan dönerken
yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır.
Bu
gezilerinde önemli mektuplar götürmek ya da savaşa katılmak gibi
çeşitli hizmetlerde bulundu. Gördüklerini ve gözlemlerini
Seyahatname eserinde tarih ve yer belirterek yazdı. Gerçekçi bir
gözle izlenen olaylar, yalın ve duru, zaman zaman da fantastik bir
anlatım içinde, halkın anlayacağı şekilde yazılmış, yine halkın
anlayacağı deyimler çokça kullanılmıştır.
Evliya
Çelebi, Seyahatnâme'sinde gezip gördüğü yerleri kendi üslûbu ile
anlatmaktadır. Olaylara çoğu defa alaycı bir tavırla yaklaşan Evliya
Çelebi, bazen naklettiği olayları renklendirmek amacıyla uydurma
haberler ve olaylar da ortaya atmış, okuyucunun ilgisini çekmek için
aklın alamayacağı garip olaylara da yer vermiştir.
17.
yy.da yaşayan Evliya Çelebi 10 ciltlik Seyahatnamesinde dolaştığı
yerlerde gördüklerini duyduklarını anlatmıştır. Eserde Anadolu’nun
yanı sıra Kuzey Afrika, İran, Kafkaslar, Orta ve Kuzey Avrupa’dan da
bahsedilir. 1630’da başlayan seyahati ölene kadar devam eder. Göreve
yeni atanan padişahların kafileleriyle gezip, gördüğü yerleri
anlatmıştır. Eserin üç yazması bulunmaktadır. Evliya Çelebi sadece
gördüklerini değil değişik kaynaklardan edindiği bilgileri ve
söylentileri de hikâye tekniğiyle dile getirir. Seyahatname yüzlerce
hikâyeden oluşan bir antoloji gibidir. Yazar eserinde çağının
konuşma dilini kullanır. Eserde sade abartılı ve konuşur.
gibi
yazılan bir dil vardır.
James Cook
|
James Cook
(27 Ekim 1728 - 14 Şubat 1779) İngiliz denizcisi ve kaşifidir.
Özellikle Pasifik Okyanusunda yaptığı seyirleri ve bu seyirlerde
yaptığı ada keşifleri ile ünlüdür.
İngiltere'de Yorkshire'de doğdu. 5 kardeş olan Cook ailesi ile Great
Ayton'daki Airey Holme çiftliğine taşındı ve burada okula
gitti. 13 yaşında babasına çiftlikte yardım etmeye başladı. 18
yaşında Whitby limanından yola çıkan Free Love adlı kömür
gemisinde miço olarak ilk deniz yolculuğuna adım attı. Kaptanlık
için gerekli cebir, trigonometri, denizcilikastronomi çalışan Cook,
kısa zamanda dikkat çekti. 24 yaşına geldiğinde ikinci kaptanlığa
kadar yükselmişti. 1755'te gönüllü olarak Kraliyet Donanması'na
katıldı ve İngiltere ile Fransa arasında patlak veren Yedi Yıl
Savaşları sırasında Quebec City kuşatmasına katıldı. Haritacılık
konusunda başarısı dikkat çekti; kaptanlığa yükseldi. 1760'ta
Kanada'daki görevi sırasında St. Lawrence Kanalı'nın haritasını
çıkararak 200 ingiliz gemisinin kayıp vermeden Quebec Koyu'na
demirlemesini sağladı. 1763 ve 1767 yılları arasında ise
Newfoundland adasıyla Labrador yarımadasının haritalarını çıkarmayı
başardı.
1768 yılı Mayıs ayında Cook , Pasifik Okyanusu'nu keşfetmekle
görevlendirildi. Cook'un yolculuklarının tarihteki önemli
etkilerinden biri Avrupa ülkelerinin Pasifik'te kurduğu sömürgelere
öncülük etmesi oldu.
İlk yolculuk (1768 - 1771)
İlk yolculuk için Whitby limanından Earl Of Pembroke adlı
kömür gemisi satın alındı ve Endeavour olarak adlandırıldı.
Gemi Rio De Jenerio'dan Tahiti'ye ulaştı.3 Ocak 1769'da
gerçekleşecek Venüs'ün Güneş önünden geçişini gözlemlemek Cook ve
ekibinden bu yolculukta beklenen görevlerden biriydi. Geçiş süresi
saptanarak önce Venüs'ün dolayısıyla diğer gezegenlerin Güneş'e olan
uzaklığı hesaplanacaktı. Ne yazık ki, ölçümlerdeki hata payının
beklenenden fazla olmasi bu gözlemin başarısına gölge düşürdü. Cook
daha önce 1766'daki güneş tutulmasını gözlemlemişti.Ekim 1769'da
Cook Yeni Zelanda'yı ziyaret eden ikinci Avrupalı oldu. Daha önce
tek bir ada olduğu düşünülen Yeni Zelenda'nın iki adadan oluştuğunu
keşfetti ve Kuzey Adası ile Güney Adası arasındaki boğaz Cook Boğazı
adını aldı.
Nisan 1770'te Avustralya'nın güney kıyıları keşfedildi. 16
Haziran'da Endeavour Avustralya'nın güney doğusu açıklarında karaya
oturduğunda gemi kıyıda onarıma alınırken; Avustralya bitkileri
üzerine ilk koleksiyonları oluşturdular. Ardından gemi Afrika'nın
güney ucundaki Ümit Burnu'na (Cape of Good Hope) ilerledi.
1771'de Endeavur İngiltere'ye geri döndü. Dönüşünden sonra
günlükleri yayınlanan Cook bilim dünyasında da tanındı.
İkinci yolculuk (1772 - 1775)
18. Yüzyılda Ekvator'un güneyinde keşfedilmemiş topraklar olduğuna
inanılıyordu. Cook'un ikinci yolculuğu öncelikle bunu kanıtlamaya
yaradı. Bu yolculukta Cook daha önce hiçbir Avrupalı'nın
ilerlemediği kadar güneye ilerledi. Antarktika'nın çevresini
dolaştı. Ancak kıtayı çevreleyen buzlar karanın görünmesini
engellediğinden Antarktika'nın varlığı 1840'a kadar kanıtlanamadı.
1775'te İngiltere'ye döndüğünde Kraliyet Donanması Cook'a onursal
emeklilik hakkı tanısa da bu Cook'u denizlerden uzak tutmadı.
Üçüncü yolculuk (1776 - 1779)
Cook Temmuz 1776'da üçüncü yolculuğuna çıktı; bu kez Avrupa ve Asya
arasında kuzeyden bir bağlantı olup olmadığını araştırdı. Bu
başarısız girişimin ardından 1778'de Hawaii Adaları'na ulaşan ilk
Avrupalı oldu. Daha sonra Afrika'nın güney ucunu dolaşarak, Hint
Okyanusu'na yöneldi. Kuzey Amerika'yı keşfetmek üzere doğuya
yöneldiğinde bilmeden Juan de Fuca Bogazı'nı geçti. Kuzey Buz
Denizi'ne ulaşmayı hedeflediğinde dev buz kitleleri yolunu kesti ve
Hawaii'ye geri döndü. Geminin teknelerinden birinin çalınması
üzerine yerlilerle çıkan tartışmada Cook öldürüldü (14 Şubat
1779). |
|
Jules Verne
|
Jules Verne gençliğini Nantes’da Feydeau Adası’nda geçirdi.
Ailesinin Chantenay’da kente yakın bir evi daha vardı.
1847’de hukuk okumak üzere Paris’e gitti. Evlendikten sonra
eşiyle birlikte birkaç yıl Paris’te kaldı. Sonra (artık
Paris’in bir bölgesi olan) Auteuil’e ardından Le Crotoy’a
taşındılar. Jules Verne 1871’de yaşamının geri kalanını
geçireceği Amiens’e yerleşti. Boulevard Guyencourt 23’te
(1871-1873), Boulevard Longueville 44 (1873-1882) ve Rue
Charles-Dubois 2’de (1882-1900) oturduktan sonra Boulevard
Longueville’e döndü ve 1905’te ölünceye kadar orada yaşadı.
|
Balonla
Beş Hafta
adlı romanı ile büyük ün kazandı. Yazar birçok icatı önceden tahmin
ettiği için "bilim falcısı" lakabı ile anılır. Denizaltı, uzay
yolculuğu gibi onun zamanında olmayan birçok olayı
öngördü. Kitaplarında öngördüğü icatlara genelde onun kullandığı
isimler verilmiştir. Jules Verne eserleri, dünyada başka dillere en
çok çevrilmiş yazardır. Eserleri 148 dile çevrilmiştir.
Jules Verne hangi ülkelere gitti?
1859’da, arkadaşı Aristide Hignard’la birlikte İngiltere ve
İskoçya’ya gitti. Gezi programı şöyleydi: Bordeaux, Liverpool,
Edinburgh, İskoçya, Londra, vd. Yakınlarda yayınlanan Geri Geri
İngiltere’ye adlı romanın esin kaynağı bu gezi olmuştu.
Jules Verne 1861’de yine Hignard’la birlikte İskandinavya’ya,
özellikle de Norveç ve Danimarka’ya gitti. O gezideyken, eşi
Honorine oğulları Michel’i doğurdu.
1867’de, Jules Verne ve kardeşi Paul, Great-Eastern
gemisiyle Amerika Birleşik Devletleri’ne gittiler. Yalnızca birkaç
gün kaldıkları bu ülkede New York’u ve Niagara çavlanını gezdiler.
Verne, Amerika izlenimlerini Yüzen Şehir’de anlatır.
1872’de Londra ve Woolwich’e gitti.
1871-1873 yıllarında Hetzel’in davetlisi olarak Jersey,
Guernsey ve Sark’a gitti.
1876’da İngiltere kıyılarını dolaştı.
Verne 1878’de yatı Saint-Michel III’le uzun bir geziye
çıkarak Lizbon, Tanca, Cebelitarık ve Cezayir’i dolaştı.
1879’da yine Saint-Michel III’le İngiltere ve
İskoçya’ya gitti. Yarmouth, Edinburgh ve Dover’la Hebrid adalarını
vd. ziyaret etti.
1880’de İrlanda, İskoçya ve Norveç’e gitti.
1881’de Saint-Michel III’le bu kez Hollanda, Almanya
ve Danimarka’yı gezdi. Paul Verne bu geziyi Rotterdam’dan
Kopenhag’a adlı kısa öyküsünde anlattı.
Verne 1884’de Saint-Michel III’le Akdeniz’de bir
geziye çıkarak Cezayir, Malta, İtalya ve diğer ülkeleri dolaştı.
1887’de, Belçika ve Hollanda’da bir turneye çıkarak, dinleyicilere
Sıçan Ailesi adlı öyküsünü okudu.
Kaynaklar :
Bu
sayfada yer alan bilgiler web üzerindeki yayınlanan muhtelif
kaynaklardan derlenmiştir. Bkz:
Ufuk
Şanlı, “Dünya Kazan Ben Kepçe”, Aksiyon Dergisi, Sayı: 292 -
08.07.2000
http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=364
http://www.vikipedi.com.tr
|