Can Aktan Gözüyle Dünya...

Eski Medeniyetler ve Kültürlerden Post-Modern Ülkelere Yolculuklar...

 
 


 


 

SEYAHATNAMELER VE SEYYAHLAR

 

Derleyen: Coşkun Can Aktan

 

 

 

SEYAHATNAMELER

 

En geniş anlamıyla seyahatname, herhangi bir gezgin veya gözlemcinin ziyaret ettiği belli bir coğrafi alana ve tarihsel döneme dair izlenimlerini ve topladığı bilgileri yazıya aktardığı metinlerdir. Seyyah tanımlaması, sadece yabancı topraklardan gelen gezginlerle sınırlı değildir, aynı zamanda ait olduğu topraklara dair izlenimlerini aktaran gözlemcileri de kapsar.

 

Seyahatname aslında farklı olanı ortaya koyma amacıyla yazılmış eserdir. İnsanlar kendi dışlarındaki insanları ve onların kültürlerini merak ederler. Gerek devletlerarası ilişkiler, gerek ekonomik ve sosyal ilişkiler boyutunda farklı olanı incelemek ve onlarla ilişki kurmak için çeşitli sınıflara mensup insanlar seyahatler düzenlemişlerdir. Bu yüzden seyahatnameyi sadece edebi yönü olan bir eser olarak değil, tarihî ve sosyolojik disiplinlerin etkisini gösterdiği bir eser olarak da görmek lazım. Bu sayede yaşanan dönemin kültürünü, coğrafyasını tarihi bir perspektif olarak inceleme olanağına kavuşuyoruz.

Seyahatnameler üç kategoriden oluşmaktadır. Birinci kısım elçilik raporları ve benzeri resmi yazışmalardan oluşan diplomatik metinlerdir. Bunlar edebi kaygıyla değil, bilgi verme amacıyla kaleme alınmış eserlerdir. İkinci kısım din adamlarının yaptığı misyonerlik amaçlı gezilerde yazılmış daha çok anılardan oluşan metinlerdir. Burada dinî mekanlar ve insanların inanç konusundaki tutumları ön planda yer alır. Üçüncü kısım ise tüccarlar ve gezginlerin meydana getirdiği seyahatnamelerdir. Burada ekonomik analizler, tarihi olaylar ve tarihi eserler ortaya koyulmaktadır.

 

 

 TANINMIŞ SEYYAHLAR

 

(Aşağıdaki bilgiler tarafımızdan web taramaları ile derlenmiştir. Daha doğru ve  güvenilir bilgiler için seyyahların kendi eserlerine ve ciddiyetle kaleme alınmış eserlere müracaat edilmelidir.)

 

 

 

Akdeniz’de ilk misyoner Seyyah: Tarsus'lu St. Pauls

 

Hazreti İsa’nın çarmıha gerildiği MS 33 dolaylarında Hıristiyanlığa dönen St. Paul, Anadolu kökenlidir. Hıristiyanlığı kabulünden sonra Tanrı’nın yolunda ilerleyerek, Anadolu ve Ege kıyılarında 20 bin milin üzerinde yol katederek ilk Hıristiyan topluluklarını oluşturmuştur.2000 yılına yaklaşırken, St. Paul’ün Hıristiyanlığı yaymak için yaptığı seyahatlerin rotaları, günümüz turizm organizasyon şirketlerinin programları arasına girmiş durumda. Özellikle St. Paul’un geçtiği topraklardaki ülkelerin (İsrail, Türkiye, Yunanistan) turizm organizatörleri, dünyadaki Hıristiyan nüfusun büyük bir bölümünü bu faaliyet içine çekmek için geniş organizasyonlar hazırlamaktalar.Seyahatlerinden yola çıkarak, 2000 yılının turizm sembolu olan bu gezgin misyoner gerçekte kimdir? Başta Anadolu olmak üzere, Roma’ya kadar hangi yollardan geçmiş, nerelerde kalmıştır? Anadolu’da St. Paul’ün izleri nerelerde yer almaktadır?

Aslında Anadolu’da, Kilikya-Tarsus’da doğan St. Paul (Saul) bir Roma vatandaşıydı. Sıkı bir Yahudi eğitiminden geçtiği bilenen Saul’un bu eğitimi Yaşlı Gamayel adında birinden aldığı sanılmaktadır. Roma adına, Hz. İsa’nın yolundan gidenlere zulmeden, Hıristiyanlığa inananlara karşı derin bir öfke duyan Saul’un tüm hayatı ve inançları bir mucize ile değişir. İncil’de anlatılanlara göre, birgün Şam’a giderken Tanrı tarafından gözleri kör edilen Saul üç gün boyunca göremez. Bu sırada Hz. İsa "Bu adam benim adımı diğer uluslara, krallara ve İsrailoğullarına duyurmak üzere seçilmiş bir aracımdır. Benim adım uğruna ne kadar sıkıntı çekmesi gerekeceğini ona göstereceğim" diyerek gözlerindeki perdeyi kaldırmak üzere Hananya isimli bir inananını Saul’e gönderir ve gözlerini açtırır. İsa’nın mesajını alarak yeniden görmeye başlayan Saul, vaftiz olur ve o andan itibaren Hıristiyanlığı yaymak için yollara düşer.St. Paul, Kudüs’ten Ege sahillerine kadar uzanan Akdeniz kıyılarında üç uzun ve tehlikeli seyahat gerçekleştirir. 20 bin mili aşan bu uzun seyahatler, Hıristiyanlık adına birinci yüzyılda yapılmış en uzun ve etkili yolculuklardır. İncil’de anlatılan bu seyahatlerin tamamı St. Paul’ün anavatanı olan Anadolu’da geçer. Burada ilk Hıristiyan topluluklarını oluşturur.

 

İlk misyonerlik seyahati St. Barnabas ile birlikte Kilikya Antiocheia’sından (Antakya) çıktıkları deniz yolculuğu ile başlar. Kıbrıs üzerinden Küçük Asya’ya geçerler. Attalia (Antalya) limanına vardıktan sonra, Perge üzerinden Pisidia Antiocheia’sına (Isparta-Yalvaç) ulaşırlar. St. Paul, MS 46 yılında, Pisidia Antiocheia’sındaki bir sinagogda ilk vaazını verir. Daha sonraları bu Sinagog üzerinde, St. Paul adına ilk kilise yapılır. Antiocheia’dan Iconium (Konya), Listra ve Derbe’ye (Karaman) kadar uzanan ilk seyahat, tekrar Perge ve Attalia (Antalya) limanından Kilikya Antiocheia’sında son bulur. Oldukça başarılı geçen bu misyonerlik çalışması sonucunda, artık Anadolu’da Hz. İsa'nın öğretileri hızla yayılmaya başlamıştır. Derbe yakınlarında yüzlerce kilisenin inşa edilmiş olması bunun en iyi göstergesidir. Bugün o bölge, Binbirkilise adıyla anılmaktadır.İkinci ve üçüncü seyahatlerinde yine Kilikya Antiocheia’sı üzerinden Anadolu ve Makedonya’ya kadar uzun bir rota çizer. MS 48-56 yıllarını kapsayan bu dönemde iki kez (MS 51 Ağustosu ve 54 yılından itibaren yaklaşık iki yıl) Ephesos’da kalır. Çeşitli uluslara tanrının buyruklarını içeren ve İncil’de yer alan mektupları, burada yazdığı sanılmaktadır. I. yüzyıl Ephesos’unda birtakım dengelerin bozulacağını anlayan putperestler, başlattıkları ayaklanma ile St. Paul’ü ve ona inananları Ephesos’dan uzaklaştırmak, yıldırmak için ellerinden geleni yaparlar.Misyonerlik çalışmaları Romalıları ürküten St. Paul, Kudüs’te Roma yetkilileri tarafından tutuklanır ve son seyahatini esaret altında Roma’ya yapar. Yargılanmak üzere götürüldüğü bu uzun yolculuğun rotası, Caesarea, Sidon, Myra (Kale-Demre), Knidos (Datça), Girit ve Malta üzerinden geçmektedir. Yanındakilerle birlikte başından geçen yüzlerce zorlu olaylara ve tehlikelere rağmen Akdeniz’de ilk Hıristiyan kilise ve cematlerini kurarak büyük bir misyon oluşturmayı başaran St. Paul, MS 46’da başlayan misyonerlik çalışmalarını İspanya’ya kadar götürmeyi amaçlamış, ancak, kesin tarihi bilinmemekle birlikte MS 60’lı yılların başlarında, St. Peter’le birlikte Roma’da öldürülmesiyle çalışmaları son bulmuştur.

Kaynak:Şengül Gündoğan Aydıngün   http://www.aydingun.com/

 

 

 

  Vasco De Gama  

 

 

Vasco de Gama (okunuşu Vaşku dı Gama) (1469, Portekiz - ö. 24 Aralık 1524 Hindistan), Keşifler Çağı'nda yaşamış olan, Avrupa'nın en başarılı kaşiflerinden olan, Avrupa'dan çıkıp doğrudan Hindistan'a giden ilk kişi olarak bilinen, Portekizli denizcidir.

 

Portekiz kralı I. Manuel'e bağlı olarak, Doğu'nun hazinelerine ve hristiyanlar için kutsal olduğuna inandıkları Hindistan topraklarına ulaşmakla görevlendirilmiştir. 1487'de, kendisinden önce Bartholomew Dias'ın keşfettiği ve Afrika'yı dolanan Ümit Burnu'nu kadar uzanan deniz yolunu geliştirerek, Denizci Henri'nin başlattığı Portekiz deniz keşiflerine bir yenisini eklemiştir.

 

Avrupalıların Hindistan'a deniz yoluyla ulaşabilmeleri, Osmanlı Devleti'nin ve İran'nin ticari alandaki üstünlüklerine son vermiş, deniz ticaretinde Avrupalıların üstünlüğü ele geçirmesini sağlamıştır.

 

Gittigi yerlerde müslüman gemilerine karsı, özellikle hac'dan gelen zengin gemilere karsı korsanlık yapmış, Calicut, Mombasa, ve Malindi gibi liman şehirlerinde, yerel halkla şavasıp, bu sehirleri topa tutmustur. 1998 yılında Hindistan hükümeti Gama'nın Hindistan'a ilk geldiği yer olan Calicut'ta özellikle ülkeye ve bölgeye turist çekmek amacıyla bu kutlamaları yapmak istiyor fakat başta Hindistan Komünist Partisi olmak üzere halk Vasko dö Gama'nın gelmesiyle köleleştirme ve emperyalist sömürü döneminin başladığını söyleyerek bu kutlamalara karşı ayaklanıyor ve gösteriler düzenliyorlar. Bundan dolayıda 500. yıl kutlamaları Hindistan'da kutlanamıyor ve hükümet geri adım atmak durumunda kalıyor.

 

Marco Polo


 

 

         

    İpek yolunun en ünlü yolcusu olan Marco Polo, seyahatnamesinde yazdığına göre Kubilay Kaan için çalışır. İran’dan başlayarak karadan  Pamir Dağları’nı, tehlikeli Taklamakan Çölü’nün güneyini geçer.Dönüşünü Güney Asya’da Çin üzerinden deniz yoluyla yapar  ve Hormus’a  gelir. Akdeniz’e gelince buradan kara yoluyla seyahatine devam eder.Marco seyahatnamesini Cenovalı yetkililer tarafından hapse atıldığında ünlü bir roman yazarına yazdırır.Gözlemlerinin bir çoğunu  kesin olarak  doğru kabul ediyoruz. Bazılarının ise doğru olduğunu düşünüyoruz. Her ne kadar onun Çin’in Moğol hükümdarları ile  ilişkisinin olduğunu bilsek de  Polo Çin toplumu hakkında sessiz kalmayı yeğlemiştir. Marco Polo’nun kitabı Avrupa da Rönesans döneminde çok tanınır duruma gelmiştir ve gelecekte gerçekleşecek gezilere ve keşiflere bir çeşit teşvik edici olmuştur.

 

 

Marco’nun babası Nikola ve amcası Matteo, Korkula’da bir ticari alım satım ofisi açarlar. Korkula onların işlerinin başlangıç noktasıdır ve Marco Polo da burada doğar. Polo’nun babası ve amcası işlerini Asya’nın içlerine kadar ilerletirler.Crimea’nın Sudac kentinde de bir ofis açarlar. Aslında onların merkezleri Constantinople’dır. Çünkü burası Korkula’lı iş adamları tarafından iş ve dinlenme amaçlı kullanılan bir yerdir. Matteo ve Nikola, İran ile de ticaret yaparlar. Suriye’ye ve Irak’a giden az bilinen yollardan haberdarlardır. Basra körfezinin kıyılarını, inci bulunabilecek bölgeleri, kürk tüccarlarını Güney Sibirya’ ya götürcek rotayı biliyorlardır. Önde gelen Tatar iş adamlarıyla bağlantılar kurarlar ve Kubilay Kaan’nın Sarayına kadar girerler. Marco Polo doğmadan önce bu yolculuğa çıkarlar ve  ailelerini geride bırakarak Uzak Doğu ya doğru ilerlerler.

 

Polo onbeş yaşına girdiğinde babası ve amcası döner. Bu arada annesi de ölmüştür.İki yıl babasıyla beraber Venedik de yaşar. 1271’in sonunda Papa Tedaldo‘dan Büyük Kaan için değerli hediyeler ve mektuplar alırlar  ve tekrar Doğuya doğru yola çıkarlar. Bu defa yanlarına Polo’yu ve iki keşişi alırlar ama savaş bölgelerine girince keşişler geri döner.Marco Polo ise yolculuğa devam eder. Ermenistan’dan, İran’dan, Afganistan’dan, Pamirler’den ve Çine kadar İpek Yolu üzerindeki her yerden geçerler.Marco Polo Avrupa’ya kağıt para ve kömür hakkında fikirler ve kendisinin gitmediği ülkeler hakkında (Japonya ve Madagaskar) gidenlerden aldığı raporlar getirmiştir ve bunlar onun başarılarından sadece bir kaçıdır.

   Marco Polo'nun Yaklaşık 25 Yıl Süren Yolculuğunda Seyahat

   Ettiği Ülkeler

İbn-i Battuta (1303-1368)

    Meşhur Müslüman SEYYAH'lardan Usanmayan, bıkmayan, yılmayan bir azim.

Bir çeyrek asrı her türlü imkânsızlıklara rağmen seyahate ayırabilen, daima koşan,  arayan ve bulan bir rûh. Bir de bunlara bilgi ve kültürü neticesinden  görülen hürmet ve itibarı, yüksek şahsiyetlerle tanışmayı ekleyin,  o gün için bütün İslâm alemini dolaşan İbn-i Battutâ yı karşınızda  bulacaksınız.  İsmi, Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim et-Tanci olup,künyesi Ebu Abdullah'tır.  1303 senesinde Kuzey-Batı Afrika (Fas) şehirlerinden Tanca'da doğdu. Doğum yerine nisbetle Tanci denildi. İbn-i Battuta, küçük yaşta ilim tahsiline başladı.  Temel din bilgilerini ve yardımcı ilimleri öğrendi. Maliki mezhebi fıkıh bilgilerinde alim oldu.

 


Tanca'da tahsilini tamamladıktan soma, 14 Haziran 1325 tarihinde yirmi iki yaşındayken,

hacca gitmek için memleketinden ayrıldı. Yolculuğunda, uğra-
dığı yerlerdeki camileri, medreseleri ve türbeleri ziyaret edip, halka vaaz
ve nasihatte bulundu. Gittiği beldelerin ileri gelenleriyle ve meşhur kimsele-
riyle görüştü. Çok alâka ve iltifat gördü. Bu seyahati, onda diğer İslâm
memleketlerini gezmek hevesini uyandırdı. Bu maksatla yirmi dokuz sene
süren üç ayrı seyahate çıktı.

Hacdan sonra Mardin'e kadar Irak ve İran taraflarını gezdi. 1329-1330
yıllarında Mekke'de bulundu.
              
     Daha sonra Yemen'e, oradan Somali'ye, oradan da Afrika'nın doğu kıyı-
sını takip ederek Zengibar'a gitti. Sonra da Umman-Bahreyn ve Yemame
üzerinden hac için üçüncü defa Arabistan'a gitti.

     Suriye'deki Lazkiye'ye, oradan da Ceneviz gemisiyle Anadolu'ya, Alan-
ya'ya geçti ve Anadolu'nun önemli yerlerini (Antalya, Burdur, Isparta, Eğir-
dir, Denizli, Konya, Karaman, Aksaray, Niğde, Kayseri, Sivas ve Erzurum)
gezdi. Marmara bölgesini dolaştı. Kastamonu'dan Sinop'a, oradan da Kı-
rım'a geçti. Güney Rusya'daki Özbek Han'ın ordugâhına ulaştı.
Kendi anlattığına göre, Bulgar şehrine ve İstanbul'a geldi. Bundan sonra
yeniden doğuya geçerek, Özbeklerin başkenti Saray'da bir müddet oturdu.
Daha soma Harizm, Maveraünnehir, Horasan ve Afganistan'da kaldı.
Hind diyarına geçti. Dehli'de (Delhi) 7 sene kadılık ve benzeri vazifeler-
de bulundu. 1342'de Hint padişahlarından Tuğluk Şah'ın emriyle Çin'e elçi
yapıldı. Sonra Endonezya'yı, Cavâ yı gördü ve Pekin'e vardı. Çin'de siyasi
havayı iyi görmediği için memleketine dönmeye karar verdi ve 1349'da
Fas'a geldi.

     Sultan Ebu İnan tarafından kabul edildi. Henüz seyahatlerinin bittiğine
inanmıyordu. Bu arzuyla İspanya'ya gitti. Dönüşte Büyük Sahra'ya, Sudan'a
ve Mali'ye uğradı. 1353'te seyahatini bitirdi.


     İbn-i Battuta, ömrünün büyük kısmını seyahatlerle geçirdi. O zamanki
vasıtalarla imkânsız sayılacak kadar uzun seyahatler yaparak Müslümanlar
ve Müslümanlıkla irtibatı olan bütün memleketleri gezdi. Onların tarihi,
coğrafi, etnik ve kültürel durumları hakkında malumat ve bilgi sahibi oldu.
Dolaştığı her yerde ülkenin hekimleri, ileri gelenleri ve her tabakadan in-
sanlarla tanıştı. Onların âdetlerini, törelerini, yaşayışlarını, yediklerini,
içtiklerini teferruatlı olarak tesbit etti. Hükümdarların, makam sahiplerinin
anlaşmazlıklarını, mücadele ve savaşlarına ait önemli bilgileri not etti. Seyahatleri

sonunda vatanı Tancâ ya döndüğünde tuttuğu notları, görüp işitti-
ği mühim hadiseleri, Fas Merihi Sultanı Ebu İnari'nin arzusu üzerine kâtip
İbn-i Cüzey'e anlattı. İbn-i Cüzey, bazı tarihi eksiklikleri de ilave ederek,
eseri 1355 senesinde tamamladı. Tuhfet-ün-Nüzzar fi Garaib-il-Emsal ve
Acaib-il-Efsar adı verilen ve kısaca Rıhle veya Seyahatname diye bilinen
eser, Sultan Ebu İnan'a takdim edildi. İbn-i Battuta, eserini yazdıktan bir
süre sonra 1368 senesinde memleketi Tancâ da vefat etti.

     Seyahatname oldukça önemli bir eserdir. Her yönden bilgilerle yüklü-
dür. İslâm alemini çevreleyen topraklar hakkında son derece kıymetli bilgi-
leri taşımaktadır. Seyahatnamesi İbn Battuta'nın, Sudan ve Nijerya bölgele-
rinin gerçek kâşifi olduğunu gösterir. Zengibar, Hindu-kuş, İndüs, Maldiv
Adaları, Sumatra hakkında verdiği bilgiler bütünüyle doğrudur ve doğrulu-
ğu Avrupalı seyyah ve mütehassıslarca da tasdik edilmektedir. Volga kena-
rında bulunan Saray şehri hakkında verdiği bilgiler, son arkeolojik araştır-
malarla da doğrulanmıştır.

     Seyahatname, tarih bakımından da büyük değer taşır. Sudan'a ait notları
enteresandır. Bu notlar sayesinde, eskiden o topraklar üstünde bulunan zen-
ci Manding devleti unutulmaktan kurtulmuştur.

     Memleketimizde İbn-i Battuta Seyahatnamesi adıyla tanınan bu eser, yazıldığı asrın

İslâm ülkeleri ve diğer ülkelerin tarihi, coğrafyası, folklor ve etnolojisi, dini, içtimai ve ilmi

durumu hakkında kıymetli, sağlam ve aydınlatıcı bilgiler vermiş, Hint fakirlerinden,

Anadolu ahilerinden, İran'daki Batınilik hareketinden bahsetmektedir.

     Ayrıca görüp işittiği bazı alim ve veliler, meşhur ziyaretgâhlar hakkında
menkıbeler ve kısa biyografik bilgiler de vermiştir. Luristan atabegleri, İl-
hanlılar ve Asya'da çeşitli yerlerde bulunan valiler, emir ve kumandanlarla,
askeri ve idari teşkilâtları hakkında geniş bilgiler vermiştir. Anadolu'yu an-
latırken de, Osman Bey'in oğlu Orhan Gazi'den geniş şekilde bahsetmiş, di-
ni ve içtimai bir mahiyette olan ahilik teşkilâtı hakkında dikkat çekici bil-
giler vermişti.

     Seyahatname, yemek, giyim, kuşam ve geleneklerle ilgili etnoloji ve
folklor malzemesi yanında, İslâm dünyasının ekonomik ve sosyo-kültür se-
viye ve yapısına büyük ölçüde ışık tutan önemli eserlerden biri olarak ka-
bul edilmiştir.

     Bu eser, aynı zamanda İbn-i Battutâ nın şahsiyetini yansıtmsaktadır. O,
tabiata değil, insanlara ilgi duymaktaydı. Tabiatla ilgili tasvirleri çok zayıf,
hatta yok gibidir. Tabiat şartlarına, iklime az ilgi duymuştur. Eser, o zaman-
ki İslâm dünyasının birlik ve beraberliğini göstermesi bakımından ilgi çe-
kicidir.

     Seyahatname, Osmanlı sultanlarından Beşinci Mehmed Reşit Han'ın kâ-
tiplerinden Muhammed Şerif Paşa tarafından 1907 senesinde Türkçe'ye
çevrilerek iki cilt halinde basılmıştır.

 

İbn Batuta ve seyahatleri konusunda şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz:

 

Medieval Sourcebook:
Ibn Battuta: Travels in Asia and Africa 1325-1354

Ibn Battuta on the Web

Ibn Battuta: Travels in Asia and Africa 1325-1354

The Longest Hajj: The Journeys of Ibn Battuta

Travels with a Tangerine: Travels in the Footnotes of Ibn Battutah and The Hall of a Thousand Columms: Hindustan to Malabar with Ibn Battutah

 

Gezgin Batuta’nın Hikayesi

 

Öyle birini düşünün ki, günümüzden yaklaşık 470 yıl önce, deve kervanlarıyla, yelkenlilerle, at üstünde Asya, Afrika ve Avrupa´yı gezerek tahmini 25.000 km´li bir yol aştı. İnanılmaz olaylar anlatarak, yüzyılları aşan bir kitap yazdırdı; "Rıhle"yi... İşte size Hz. Adem´in ayak izi, kadın memesi yiyen yamyamlar, Hindistan´da taşlaşmış insanlar, Karanlık Ülke, Manisa, Birgi´ye düşen kara göktaşı ve yüzlerce yıl önce zift olarak kullanılan petrol...

"Önce Esirgeyen ve Bağışlayan Allah´ın adıyla..." tüm zamanların en büyük gezginlerinden birisi olan İbni Batuta söze böyle başlıyordu. Öyle birini düşünün ki, 21 yaşında yollara düşerek, 29 yıl boyunca durup dinlenmeden iki kıtayı dolaşsın, yaklaşık 125.000 km. yol yapsın. Batuta, Marko Polo´nun üç katı daha fazla dolaştı ve günümüzdeki coğrafya ile 44 ülkeyi gezerek, bugün Paris´de Bibliotheque Nationale´da saklanan 640 yıllık el yazması ünlü kitabını yazdı. Batuta, 13 Haziran 1325 yılında doğum yeri olan Tanca´yı terkettiğinde, Mekke´ye hacı olmaya gidiyordu. Gerçek adı, Şeyh Abdullah Muhammed ibn Abdullah ibn Muhammed ibn İbrahim el Lavati´idi. Eğer bugün yolunuz Tanca´ya düşerse, stadyumun yakınında bulunan Batuta´nın yerini ziyaret edin. Tanca uzak geçmişin buhur kokularıyla buram buramdır, buradan Finikeliler, Romalılar, Vandallar, Araplar, İspanyollar gelip geçtiler, yaşadılar, ticaret yaptılar, genç Batuta, askerlerin, korsanların ve usta kaptanların arasında dolaşırken deniz çizgisinde soluklaşan uzak ufuklara açgözlülükle bakıyordu, ta ki upuzun bir deve kervanıyla Mekke´ye doğru yola çıkıncaya kadar...

Kervan on ayda, Cezayir, Tunus ve Libya´yı geçerek Mısır´a İskenderiye´ye vardı. Büyük limanı ve daha o zamanlarda yokolmaya başlamış olan dünyanın 7 harikasından birisi olan dev deniz fenerini gördü. Nİl Deltası´nda Fuwa Köyü´nde dönemin tanınmış mistiği Şeyh Ebu Abdullah´ın evinde geceledi ve rüyasında geleceğini gördü;"Dev bur kuşun kanatları üzerindeydim, beni Mekke yönüne sonra da Yemen´e doğru uçurdu, sonra doğuya döndü ve çok uzun bir uçuşa başladık, aşağıda bazıları bol ışıklı, bazıları karanlık yemyeşil ülkeler vardı ve beni oraya indirdi." Ertesi gün Batuta, Şeyh´e rüyasını anlattı, Şeyh doğuya gitmesi gerektiğini söyleyerek rüyayı yorumladı. Batuta bu öneriyi reddetmeyecekti, Şeyh´in verdiği yolluğu ve gümüş paraları alarak yola düştü. Kahire´ye vardığında, ülkeyi Memlükler yönetiyordu. Batuta kitabında Kahire´nin dar sokaklarını, 12.000 su taşıyıcısını, 30.000 hamalı, 36.000 tekneyi yazacaktı. Nil´in sayısız kıvrımlarını anlattı. Sonra Kudüs´e geçti.
 
Batuta, Mescidi Aksa´nın altın kubbesini güneş gibi parlayan bir ışık kütlesi olarak tarif ediyordu. Sonra, Akka yolundan Beyrut´a doğru yola devam etti. Hamah´daki muhteşem orkide bahçelerini ve su değirmenlerini anlattıktan sonra Şam´da bir kervana katılarak Antakya´ya kadar gitti. Daha sonra onu 55 günlük bir kervan yolculuğunun ardından Mekke´de görüyoruz, hacı oldukan sonra yine yola düşerek Somali ve Zangibar´ı gezdi, sonra Bağdat´a ve Necef´e gitti, Şiileri tanıdıktan sonra Hz.Ali´nin mezarını ziyaret etti. Oradan aşağı inerek İran Körfezi´ni, Umman´ı ve Bahreyn´i gezdi. Orada Hintli hacılarla tanıştı ve Hintliler´in müslümanları beklediklerini öğrenince Hindistan´a arka kapısından girmeye karar verdi. Anadolu´ya yönlendi, Lazkiye´den Alanya´ya geçti, uzun uzun Türkler´in sıcak dostluğunu, misafirperverliğini anlattı. Batuta, kadın erkek ayrımı olmaksızın her ihtiyaçlarını karşıladıklarını yazarken peçesiz Türk kadınlarının yardımseverliğini özellikle belirtiyordu. Ona ekmek, ayran, et ikram ediyorlar ve din hakkında sohbet etmesini istiyorlardı. Batuta´nın sonraki durağı Mevlana´nın kenti Konya´ydı, orada danseden dervişleri izledi ve Sufizm´le tanıştı. Ona "Gel, herkes hoşgeldi, ruhunun özgürlüğü için bize katıl." Uzun nefes ekzersizleri, Allah zikirleri ve uzaklardan gelen kudüm ritmi ve ardından başlayan kozmik uykuda gezerlerin uzay ve zaman dışındaki dönüşleri. Ve beyinlerde aralıksız duyulan tek bir ses; "La İlahe il Allah"... Gezinin sonrasında Kayseri, Sivas, Erzurum, Kastamonu, Safranbolu, Bolu, Balıkesir, Bergama ve Manisa vardı. Sonra onu Sinop´da görüyoruz, oradan Kırım´a geçti, oradan Bulgaristan´a ve İstanbul´a ulaştı. Derken Özbekistan´a döndü, oradan Horasan ve Afganistan´a geçerek Hindistan´ın arka kapısına ulaştı.

Süper gezgin yorulmak bilmiyor... İbni Batuta, Sind Sultanı Tuğluk Şah´ın emrine girdi ve bu arada tüccarlara borçlandı, borcunu ödeyebilmek için Delhi´de yedi yıl yargıçlık yaptı ama olmadık bir anda başı derde girecekti, Hintli bir mistiği ziyarete gittiğinde tutuklandı. Mistik idam edildikten sonra serbest bırakıldı. Bir zaman sonra Sultan değişti, yeni Sultan ise Batuta´yı Çin Elçisi atadı. Bu hiç beklemediği görev gezginin çok şaşırtmıştı. Ve 1341 yılında inanılmaz bir konvoyla yola çıktı, yanında küçük bir ordu, yüzlerce Hintli dansöz, altın şamdanlar, brokarlar, mücevherli silahlar ve incili eldivenlerden oluşan bir hazine vardı. 1000 atlı konvoya eşlik ediyordu ve yeni Büyükelçi Hint Okyanusu´na doğru yola çıktı. Yolda isyancıların saldırısına uğradı ve soyuldu, esaretten güç kurtarıldı. Yine yola düştü, güneye inerek Maldive Adaları´na ve Seylan´a kadar gitti. Seylan´da amacı Adem Peygamber´in ayak izini ziyaret ederek hacı olmaktı. Zirvelere tırmanarak, kutsal ayak izini gördü, iz 12 karış büyüklüğündeydi, Budist rahipler, Zen hocaları ve Hindular İnsanlığın Atası için hep beraber dua ediyorlardı. Orada geçirdiği huzur dolu günlerden sonra Batuta´yı Java ve Sumatra Adaları´nda görüyoruz, orada yaşayan müslümanlara din hocalığı yaptı.

Bir süre sonra yine yollara düşen Batuta nihayet Çin kıyılarına çıkıyordu, Taiwan´ın karşı kıyısındaki Cathay´a ulaştı, orada gördüğü şey onu çok şaşırttı. Karşısında pagoda benzeri bir cami vardı, cami 350 yıllıktı ve orada dua etti. Bugün oraya gidenlere Batuta´nın dua ettiği yer gösteriliyor. Çin´in içinde 9 ay yolculuk ettikten sonra, dünyada en güvenilir yolculuğun Çin´de yapıldığını yazdı. Pekin´e kadar gitti. Yaşadıkları onun için inanılmazdı, artık geri dönmeye kararlıydı. Sumatra, Kalkütta, Hürmüz, Bağdat üzerinden giderek üç yıl sonra Mekke´ye tekrar ulaştı. Fas´a geldiğinde yorgundu ve annesi sadece 9 ay önce ölmüştü. Sultan´a çıkarak, gezilerini uzun uzun anlattı. Bir zaman sonra yine seyahat güdüsü depreşti, İspanya´ya geçerek Malaga ve Granada´yı ziyaret etti, Fas´a dönerek ülkesinin içlerini gezdi,

Uzak Doğu´dan dönüşünden üç yıl sonra yine bir kervanla Büyük Sahra´ya yollandı. 2500 km yol alarak Sahra´yı aştı ve Mali´ye kadar geldi, Nijer´i gördü, Timbuktu´yu gezdi sonra geriye Fas´a döndü. Sultan´ın hizmetine girerek üç yıl çalıştı ve inanılmaz kitabı "Rıhle-Seyahatname"yi tamamladı. Bazı kaynaklara göre ise, son yıllarında yargıçlık yaptı ve 1369 yılında 63 yaşında öldü. Mezarının yeri bilinmiyor, Tanca´da küçük bir yer onun anısına yapılmış. Onun için Mevlana gibi; "Öldüğümüz zaman, mezarımızı dünyada aramayalım, yerimiz insanların kalbinde olmalıdır." deniyor. Yüzyıllar öncesinde, ulaşımın hemen hemen imkansız hatta ölümcül olduğu bir çağda dünyanın hemen yarısını gezen muhteşem İbni Batuta´nın önünde saygıyla eğilmek gerekiyor. Rihle yani Seyahatname aslında Batuta´nın kaleminden çıkmış değildir, anlattıkları İslam bilgini İbn Cücey el-Kelbi tarafından yazılmıştır. Kitaba bazı eklentiler yapmış, dönemin bazı ünlü bilgin ve şairlerinden alıntılar yapmıştır. Hatta, bazı alıntıların başka gezginlerden alındığı da söylenir. İç Anadolu hakkında yazdıkları pek yeterli görünmese de, Afrika hakkında anlattıkları tam anlamıyla coğrafi bir keşiftir, Volga bölgesi için yazılanlar arkeolojik araştırmalara kaynak olmuştur. Hindistan tarihi ile ilgili önemli bilgiler verir. Büyük ulaşım yollarını kara ve deniz olarak anlatır, ülkelerin folklörik, yeme, içme adetlerini, ticaret merkezlerini, sınai ve zirai kaynakları, o dönemin ithalat ve ihracatını, dönemin İslam dünyasını ve İslami mezheplerin yaşam biçimlerini uzun uzun anlatarak, olağandışı bir kaynak oluşturmuştur. Kitap bu güne kadar altı dile çevrilmiş ve ilk kez 1800 sonlarında Türkçe yayınlanmıştır. Ve yaşadığı çağın gereği olarak fantastik bir dille yazdıklarından birkaç örneği görmek gerek...

Piramitler hakkında; "Tufan´dan önce malum olan bütün ilimler Yukarı Mısır´da Sad bölgesinde oturan Hunuh denen Hermes´dan alınmıştır. Astronomik hareketleri ve ilahi cevherleri ilk anlatan odur, bilimin ve üretimin kaybolmasından korkarak piramitleri yapmış ve üzerlerine tüm araçları resmeden yine Hermes´dir... Piramitin kapıları yoktur ve neden yapıldığı bilinmemektedir... Bir söylentiye göre tufanlardan korkan bir firavun bilimin, hükümdar eşyalarının ve cesetlerinin kaybolmaması için yaptırılmıştır. İçinde bunlar saklıdır..."

Meryem ve Hz.İsa´nın mezarları: Kudüs´de Cehennem Vadisi denen yerde bulunan kiliseye Hz.Meryem´in mezarı deniyor... yine orada bir başka kiliseye de Hz.İsa´nın mezarı deniyor ve ziyaret ediliyor ama safi yalandır...

Garip bir olay: Bir defa Dehli´ye beş günlük mesafede bulunan Afkanbur´daydım... Bir grup derviş gelerek bir gece kalma istediler, bunlara Haydari deniyordu... reisleri zenciydi, bana gelerek etrafında raks etmek için ateş yakacağını söyleyerek odun istedi... ateşi yaktılar ve yatsı namazından sonra kor haline gelmiş ateşin içine girip raksederek yuvarlanmaya başladılar. Reisleri benden gömleğimi istedi ve ateşin içine girerek gömlekle alevleri söndürdü... gömleği bana getirdiğinde ateşin asla etkilememiş olduğunu gördüm.

Petrol hakkında: Dicle civarında Kıyare denen bir yer vardır, burada bulunan siyah bir yerde zift kaynakları vardır, ziftin toplanması için havuzlar yapılmıştır. Zift zemin üzerinde pek siyah, parlak, yumuşak, hoş kokulu çamura benzer. Kaynakların çevresinde oluşan siyah gölün üzerinde inca bir yosun olup, onu kenara atınca zift olur. Zift çıkarmak istendikçe kaynakta ateş yakılır, ateş rutubeti buharlaştırır sonra zift parçaları ayrılarak çıkarılır. Kufe ve Basra arasında da böyle kaynakların bulunduğu söylenir.

Anadolu hakkında: Alanya´ya ulaştık... bu ülke dünyanın en güzel memleketidir, Allah diğer ülkelere tek tek bahşettiği güzellikleri burada bir araya getirmiştir. Ahalisi güzel ve temizdir... bunlar için "bolluk, bereket Şam´da, şefkat ise Anadolu´da dır"denmiştir... Bu ülkede bir eve indiğimizde kadın, erkek durumumuzu soruştururlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar, ayrılacağımız zaman sanki akrabaymış gibi bizimle vedalaşırlar ve gözyaşı dökerlerdi... Alanya büyük bir şehirdir ve ahalisi Türkmen´dir...

Bir göktaşı: Birgi Sultanı Aydınoğlu Mehmet Bey´in konuğuydum... Sultan bana gökten düşmüş taş görüp görmediğimi sordu. Ben de, ne gördüm, ne işittim dedim. Birgi dışına böyle bir taşın düştüğünü söyleyerek adamlarına taşı getirtti. Sert, parlak ve simsiyah bir taş getirildi... taşçılar çağrıldı... taşı parçalamaları emredildi... dört usta çekiçlerle taşa vurdukları halde taş üzerinde zerre kadar iz meydana gelmedi... sonra Sultan taşı eski yerine göndertti.

Karanlık Ülke: Bulgar şehrinden geçerek Karanlık Ülke´ye gitmek istedim, kırk günlük yol vardı... vazgeçtim... orası buz deryasıydı... yolcular bu ülkede kırk gün giderler ve Karanlık Ülke´nin yanında kamp kurarlar, getirdikleri malları sınıra bırakıp geri dönerler... ertesi gün geldiklerinde mallarının alınmış olduğunu, yerlerine samur, sincap veya rakun kürklerinin bırakılmış olduğunu görürler. Alışverişleri budur... Oraya gidenler kiminle alışveriş yaptıklarını, bunların in mi cin mi olduğunu bilmezler...

Taş insanlar: Hindistan´da Laheri şehri dışında Tarna denen yere vardığımızda, insan ve hayvan şeklinde sayısız taşlar gördüm. Bunların çoğu kırılmış, bir baş veya bir uzuv kalmıştı. .. bir sur ile ev duvarlarının izleri vardı... bir ev kalıntısının içinde taş bir peyke üzerinde elleri arkasına bağlı gisi duran taş bir insan vardı... Kalıntılar arasındaki çukurlar pis kokulu sularla doluydu... Bir duvarda Hintçe bir kitabe vardı... yanımda bulunan arkadaşım şöyle dedi; "Tarihçilerin söylediğine göre, burada eskiden çok büyük bir şehir vardı, şehir sakinleri büyük rezaletler işlediklerinden hepsi taş kesildiler. Hintçe kitabede bu insanların 1000 yıl önce uğradıkları felaket anlatılır."

Cukiler: Bu garip insanlar Hindistan´da Perven şehrinde yaşarlar... aylarca birşey yemez içmezler, çukurlar kazılır, bir tek hava deliği bırakılır ve orada aylarca kalırlar, bir sene kalanını bile işittim... halkın inancına göre bu adamlar bir hap yapıp onu yerler ve uzun zaman acıkmazlar... bunlar gelecekten de haber verirler... kimisi bakışıyla adam öldürür... bir gün Sultan beni yanına çağırdı yanında iki Cuki vardı, onlara benim bir yabancı olduğumu, görmediğim şeyleri göstermelerini emretti... birisi bağdaş kurarak yerden havaya yükselince ben korkudan düşüp bayıldım... bir ilaçla ayıltmışlar... sonra ötekisi heybesinden bir nalın çıkardı, yere vurdu ve nalın mendi kendine havaya yükselip, boşlukta duranın ensesine gidip vurunca adam yere indi... Sultan aklıma zarar geleceğinden korktuğu için daha büyük şeyer yaptırmadığını söyledi

Adem Peygamber´in ayak izi: Dünyanın en yüksek dağlarından birisi Seylan´da Serendip Dağı´dır, çıkınca bulutlardan aşağısını göremezsiniz... orada Hz. Adem´in ayak izi siyah ve yüksek bir kayanın içinde bulunur. Ayak kayaya gömülerek iz bırakmıştır, boyu 12 karıştır... eskiden Çinliler gelerek kayadaki ayak izinin baş ve yanındaki parmakların izini kırarak oradaki bir tapınağa koymuşlar...

Yamyamlar: Timbuktu´da müslüman olmayan zenciler insan eti yerler ama beyazların etini yemezler, onlara göre beyaz insan eti gerektiği gibi gelişmemiştir, zenci eti tam kıvamındadır... bir gün bunlardan bir grup Sultan Mensa´yı ziyaret etti, Sultan bunlara ikram olsun diye bir hizmetçi kadını verdi, kadını boğazlayıp yedikten sonra kanını ellerine ve yüzlerine sürdüler... kadın etinin en lezzetli yerleri ey ayasıyla, memesiymiş..

Kitabın sonu: İbni Cüzey der ki; "Akıl sahibi hiçbir insan İbni Batuta´nın yüzyılın gezgini olduğunu takdir edememezlikten gelemez. Onun için bu milletin gezginidir denilirse abartılmış olunmaz. Benim İbni Batuta´dan yaptığım özet burada son buldu. Bu eserin yazılışı Şubat 1536´da dır..."

Günümüzden 460 yıl önce yazılan bu eser gerçekten inanılmazdır. Ama daha inanılmazı İbni Batuta´nın o dönemin dünyasının hemen hemen üçte ikisini sağ salim gezmiş olmasıdır. Anlattıkları benzeri gezginlerin anlatılarının çoğunun üzerinde ve çok daha zengindir.

 

Kaynak: http://enteresanolaylar.blogcu.com/2846780

 

 

Piri Reis 

 

Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1465-1470 arasında Gelibolu'da doğdu. Asıl adı Muhiddin Pirî'dir. Karamanlı Hacı Ali Mehmed'in oğlu ve ünlü Osmanlı denizcisi Kemal Reis'in yeğenidir. Akdeniz de korsanlık yapmakta olan amcasının yanında yaklaşık 1481'den sonra denize açıldı. 1487'de onunla birlikte İspanya'daki Müslümanlar'ın yardımına gitti. 1491-1493 arasında Sicilya, Sardunya, Korsika adalarına ve güney Fransa kıyılarına yapılan akınlara katıldı. Amcasıyla birlikte Osmanlı Devleti'nin hizmetine girerek 1499-1502 Osmanlı-Venedik Savaşı'nda bir savaş gemisinde kaptanlık yaptı. 1511'de amcasının ölümü üzerine Gelibolu'ya çekilerek Kitab-ı Bahriye (Denizcilik Kitabı) üzerinde çalıştı ve 1513'te bir dünya haritası çizdi.
 

 

1516 Mısır seferinde Osmanlı donanmasında kaptan olarak savaştı. 1517'de ilk çizdiği haritayı Yavuz Sultan Selim Han’a sundu. 1521'de Kitab-ı Bahriye'yi tamamladıktan sonra 1522'de Rodos seferine katıldı.1524'te sadrazam Makbul İbrahim Paşa'yı Mısır'a götüren gemiye kılavuzluk etti. Sadrazamın ilgilenmesi üzerine 1525'te Kitab-ı Bahriye'yi yeniden düzenleyerek onun aracılığıyla Kanuni Sultan Süleyman Han’a sundu. 1528'de çizdiği ikinci haritasını da padişaha armağan etti. 1528'den sonra güney denizlerinde görev yaptı. Portekizlilerin Aden'i alması üzerine Süveyş'teki Osmanlı donanmasına kaptan atanarak 26 Şubat 1548'de Aden'i geri aldı. 1552'de önemli bir Portekiz üssü olan Maskat'ı ve ardından Kişm Adası'nı alarak Hürmüz Kalesi'ni kuşattı. Portekizliler'in Basra Körfezi'ni kapatmak istediklerini duyarak kuzeye yöneldi. Katar Yarımadası'na, Bahreyn Adası'na egemen olarak Mısır'a geçti. Donanmayı Basra Körfezi'nde bıraktığı için sefer sırasında kendisinden yardımını esirgeyen Basra Valisi Kubâd Paşa'nın da girişimleriyle suçlu görülerek Kahire'de 1554 yılında idam edildi.

Büyük bir denizci olduğu kadar büyük bir haritacı olan Pirî Reis, korsanlık günlerinden başlayarak gezip gördüğü yerleri yabancı kaynaklardan da yararlanarak tarihi ve coğrafi özellikleriyle birlikte kitabında anlatmış ve haritalarını çizmiştir. Kitab-ı Bahriye'nin nazımla yazılan ve denizcilikle ilgili tüm bilgilerin toplandığı başlangıç bölümünde, genel açıklamalardan sonra Ege ve Akdeniz adaları tanıtılarak denizle ilgili gözlem ve deneyim önemi vurgulanır. Fırtına, rüzgâr çeşitleri, pusula ve haritanın tanımından sonra dünyayı kaplayan denizler ve karaların oranı belirtilir. Portekizliler'in denizcilikteki ilerlemeleri ve keşifleri, Çin Denizi, Hint Okyanusu, Akdeniz ve Ege Denizi'ndeki rüzgârlar, Basra Körfezi, Atlas Okyanusu ayrıntılı biçimde anlatılır.

Düz yazı ile anlatımın başladığı haritalı bölüm asıl metni oluşturur. Bu bölümde Çanakkale Boğazı'ndan başlayarak Ege Denizi kıyı ve adaları, Adriyatik Denizi kıyıları, Batı İtalya, Güney Fransa, Doğu İspanya kıyılarıyla çevresindeki adalara ilişkin tarihi, coğrafi bilgiler verilerek Kuzey Afrika kıyıları, Filistin, Suriye, Kıbrıs ve Anadolu kıyıları izlenerek Marmaris'te tüm Akdeniz'in havzası noktalanır.

1513'te çizdiği ilk haritasında Kristof Kolomb'un 1498'de çizdiği Amerika haritasından, Portekiz ve Arap haritalarından yararlandığını belirtir. Elde kalan parçası Avrupa ve Afrika'nın batı kıyılarıyla Atlas Okyanusunu, Antil Adalarını, orta ve Güney Amerika'yı gösterir. 1528'de çizdiği ikinci haritasından günümüze kalan parça, büyük bir dünya haritasının kuzey batı köşesi olup Atlas Okyanusu'nun kuzeyini, kuzey ve orta Amerika'nın yeni keşfedilmiş kıyılarını ve Grönland'dan Florida'ya uzanan kıyı şeridini içerir. Adalar ve kıyılar son keşiflere dayalı olarak daha doğru çizilidir. Keşfedilmeyen yerler ise beyaz bırakılarak, bilinmediği için çizilmediği belirtilir. İlk haritadan daha büyük ölçekli ve gelişkin olan ikincisi, teknik olarak döneminin en ileri örneğidir.

ESERİ: Kitab-ı Bahriye, (Yeni harflerle, Denizcilik Kitabı, 2 kitap, Y. Senemoğlu (haz),Tercüman 1001 Temel Eser)

 

 

Macellan

 

 

  Türkçe okunuşuyla Fernando Macellan,dünyanın çevresini dolaşan deniz yolunda ilk seferi tamamlayan ve bu yolu bulmasıyla dünya tarihine geçen Portekizli bir denizcinin adıdır.

Soylu bir aileye mensup olan Macellan 1480 yılında Portekiz'in Sabrosa şehrinde doğmuştu. Henüz çocuk sayılacak yaşta, saray hizmetlerinde yetiştirilmek amacıyla kralın yanına verildi. 25 yaşındayken Portekiz donanmasında görev aldı. Donanmanın seferlerinden birinde,Fas'ta Araplarla çarpışırken yaralandı ve bu yaradan kalma sakatlığı hayatının sonuna kadar sürdü.

Macellan daha küçük yaşında,deniz ve denizcilikle, coğrafya bilimiyle çok ilgileniyordu.Tarihin bu döneminde,ünlü bazı denizcilerin seferleriyle,yapılan keşiflerle,o tarihe kadar bilinen coğrafyada değişiklikler olmuştu. Macellan, Asya'nın güneyinde tükenmez baharat ve altın kaynaklarıyla zengin adaların varlığından söz edildiğini işitmişti.Yeni yeni ülkeler bulan,kendi uluslarına büyük zenginlikler kazandıran kaşiflere özeniyor, onların arasına katılmak istiyordu.


Bu isteği,zamanla bir saplantı,bir tutku niteliğini aldı. Portekiz'den kalkıp daima batıya doğru yol alınırsa, sonunda doğu ülkelerine varılacağını tasarladı. Macellan başlangıçta devamlı olarak doğu yönünde gitmeyi ve batıdan dönmeyi düşünmüştü. Fakat Portekiz kralı onun bu tasarısına karşı çıktı. Bunun üzerine çaresiz kalan Macellan İspanya kralına başvurdu. İspanya kralı öneriyi kabul etti. Ancak ,İspanyayla Portekiz arasında bir anlaşma vardı. Doğuya seferler yapmak hakkı Portekiz'e tanınmıştı. Bu nedenle, Macellan'ın batıya doğru açılması gerekiyordu.

10 Ağustos 1519 tarihinde, Macellan İspanya'nın Sevil limanından beş gemi ve 300 kişiyle denize açıldı. Gemiler küçüktü. İspanyol mürettebat,bir Portekizlinin komutası altında olmaktan hoşnut değildi. Bunun için, yolculuk hayli güç şartlar altında devam etti. Mürettebat hoşnutsuzluğunu sık sık açığa vurmaktan çekinmiyor,işi baş kaldırmaya kadar götürüyordu.

1520 yılının Ekim ayında,gemiler Güney Amerika kıyılarından aşağılara inerek şimdiki adıyla "Macellan Boğazı" na girdiler. 22 günlük bir yolculuktan sonra,boğazın öbür çıkışındaki okyanusa ulaştılar. Macellan,burada sular Atlas Okyanusu'na oranla daha sakin olduğu için,bu okyanusa "sakin" anlamına "Pasifik" adını verdi.

  

Boğaz'a girmeden önce bir fırtına esnasında gemilerden biri batmış,ikinci bir gemi de gecenin karanlığından yararlanarak gizlice kaçmıştı.Macellan'ın gemileri Pasifik Okyanusu'nda yaklaşık olarak 4 ay yol aldılar. Yiyecek tükenmeğe yüztutmuştu. Tayfaların çoğu hastaydı. Sonunda okyanustaki küçük adalardan birini gördükleri zaman, gemileri bir bayram havası kapladı. Bugünkü adıyla Mariana Adaları'na gelmişlerdi. Burada karaya çıkılıp yiyecek ve su ikmali yapıldı. Sonra tekrar yola çıktılar. Yolculuğun başlangıcından 1 yıl zaman geçmişti ki Filipin adaları'na vardılar.

Maeellan ve adamları Filipinler'de aylarca kaldılar.Adalar arası gezintiler yaparak baharat ve altın toplamağa çalıştılar. Yerlilerle iyi geçinmeğe çalışmasına rağmen, bir kabile başkanına yardım için onun düşmanlarıyla çarpışmak zorunda kaldı ve bu çarpışmada yaralandı. Ertesi gün, 27 Nisan 1521 tarihinde de hayata gözlerini kapadı.

Filipinler'den iki gemiyle ayrılan Macellan'ın adamları, bugünkü Endonezya adalarına ulaştıkları zaman 50 kişi kalmışlardı. Gemilerden birini de yolda terkettiler. Endonezya adalarında,batıdan buralara gelmiş olan Portekizliler'l ekarşılaştıkları zaman, dünyanın yuvarlak olduğu kesinlikle anlaşılmıştı.

1522 yılının Eylül ayında Portekiz'e döndüklerinde, sadece bir gemiye sığışmış 31 kişiydiler.

 

 

 

 

 

Kristof Kolomb

 

Cenovalı denizci ve kaşiftir. 1492'de Atlantik Okyanusu'nu aşarak Kuzey Amerika'ya ulaşan ilk Avrupalıdır. Bu yolculuğunu İspanyol bayrağı altında yapmıştır.

 

Amerika'yı keşfetmeden önce, Osmanlı Devleti dahil, tüm güçlü devletlerden yardım istemiştir fakat kimse destek vermek istememiştir. Sonunda İspanya, Kolomb'a yardım etmeyi kabul etmiştir.

 

Kristof Kolomb, Amerika kıtasının bulunmasına ve Avrupa’ya açılmasına öncülük etti. Bununla birlikte yeni kıta adını Kolomb’la aynı dönemde yaşamış ve 1497 ya da 1499’da Güney Amerika’ya ulaşmış olan Amerigo Vespucci adında bir İtalyandan aldı.

Daha 11. yüzyılda Norveçli Leif Eriksson Kuzey Amerika kıyılarını dolaşmıştı, ama tarihte Amerika’nın keşfedilmesinin onuru Kolomb’a aittir. Ne var ki, Kolomb yepyeni bir kıta keşfetmiş olduğunun farkına varamamıştı. Onun amacı doğudaki baharat ve ipek gibi değerli malların batıya getirilebileceği güvenli bir ticaret yolu bulmaktı. 12 Ekim 1492’de Bahama adalarından birine çıktığında da bu düşüncesini gerçekleştirmiş olduğunu sandı. Amerika kıtasını bulan Kristof Kolomb,yepyeni bir kıta keşfettiğinin farkına varamamıştı.

 

Kristof Kolomb İtalya’nın Cenova limanında yaşayan yoksul bir dokumacının oğlu olarak dünyaya geldi. Avrupa’nın en işlek limanlarından biri olan Cenova’da tüccarlar çeşitli ülkelerle ticaret yapıyor, karayoluyla Hindistan’dan ve Uzakdoğu’dan gelen pamuk, kumaş ve baharattan başka İngiltere açıklarında avlanan balıkları da kurutulmuş ve tuzlanmış olarak satın alıyorlardı. Kristof Kolomb büyük bir olasılıkla Marko Polo’nun Çin gezisi anılarını okumuş, Leif Eriksson’un yüzyıllar önce yaptığı gizemli deniz yolculuğunun öyküsünü dinlemişti.

 

Gençliğinde Akdeniz’in doğusuna bir deniz yolculuğuna çıkan Kolomb,baharat ve ipek ticaretinin nasıl yapıldığını öğrenme olanağı bulmuştu. Daha sonra 1476’da kuzeyde İngiltere’ye ve İzlanda’ya kadar gittiği sanılmaktadır. Bu yolculuktan dönüşünde Portekiz’in başkenti Lizbon’a taşındı. O çağda bile hala Dünya’nın dümdüz olduğuna inanan birçok insan vardı.Kolomb ise Dünya’nın küre biçiminde olduğu düşüncesindeydi. Kolomb çeşitli Dünya haritalarının çizimine yardımcı oldu. Bu harita ve çizimlerde Dünya gerçekte olduğundan çok daha küçük, Asya ise çok daha büyük gösteriliyordu. Kolomb Asya’nın doğuya doğru çok fazla uzandığını, bu yüzden de İspanya’dan yola çıkıp batıya doğru yol alarak oldukça kısa bir zamanda Hindistan’a varabileceğini düşündü. Hindistan’ın uzaklığını da hesapladı; Hindistan’ın bulunduğunu sandığı yer aşağı yukarı Amerika’nın bulunduğu yere denk geliyordu.

 

Böyle bir yolculuğu tasarlayan ilk insan Kolomb değildi, ne var ki, o zamanki gemilerin küçüklüğü ve yeterli donanıma sahip olmayışı yüzünden böylesine uzun ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmayı kimse göze alamıyordu. 1480’de artık deneyimli ve kendine güvenli bir denizci olan Kolomb ise Hindistan’a kısa sürede ulaşabileceğini kanıtlayacak bir keşif gezisine önderlik edebileceğine inanıyordu.

 

Bu yolculuk için gerekli gemileri ve parayı ancak İspanya ve Portekiz hükümdarları sağlayabilirdi. Kolomb ilk önce Portekiz Kralı 2 Joao’ya başvurduysa da önerisi reddedildi. İspanya’nın önemli bir bölümü Magripliler’in altındayken tahta çıkan Fernando ve Isabella ise Kolomb’u içtenlikle kabul ettilerse de, ülkenin içinde bulunduğu kargaşa yüzünden ona yardımcı olamadılar.

 

Kolomb haritacılık yapan kardeşi Bartolomeo’yla birlikte İngiltere ve Fransa krallarına başvurdu. Ama bu iki kraldan da yardım alamadı. Sonunda ilk başvurudan yedi yıl sonra İspanya kraliçesi Isabella, Kolomb’a yardım edeceğini bildirerek ona amiral ünvanı verdi.

 

 

Evliya Çelebi

 

      Asıl adı Derviş Mehmed Zillî olan Evliya Çelebi'dir 1611 yılında İstanbul Unkapanı'nda doğdu. Babası Derviş Mehmed Zillî, sarayda kuyumcubaşıydı. Evliya Çelebi'nin ailesi Kütahya'dan gelip İstanbul'un Unkapanı yöresine yerleşmişti. İlköğrenimini özel olarak gördükten sonra bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış öğrendi. Musiki ile ilgilendi. Kuran'ı ezberleyerek "hafız" oldu. Enderuna alındı, dayısı Melek Ahmed Paşa'nın aracılığıyla Sultan IV. Murad'ın hizmetine girdi.

 

     Evliya Çelebi Seyahatname’nin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi anlatırken bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed'i gördüğünü, ondan "şefaat ya Resulallah" diyerek şefaat isteyecek yerde, şaşırıp "seyahat ya Resulallah" dediğini, bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz'in ona gönlünün uyarınca gezme, uzak ülkeleri görme imkanı verdiğini yazar.

 

Evliya Çelebi bu rüya üzerine 1635'te, önce İstanbul'u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640’larda Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi, 1645'te Kırım'a Bahadır Giray'ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı, savaşlara, mektup götürüp getirme göreviyle, ulak olarak katıldı.  1645'te Yanya'nın alınmasıyla sonuçlanan savaşta, Yusuf Paşa'nın yanında görevli bulundu.1646'da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa'nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan'ın, Gürcistan'ın kimi bölgelerini gezdi. Bir ara Revan Hanı'na mektup götürüp getirmekle görevlendirildi, bu sebeple Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648'te İstanbul'a dönerek Mustafa Paşa ile Şam'a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651'den sonra Rumeli'yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya'da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.

Evliya Çelebi 50 yılı kapsayan bir zaman dilimi içinde gezdiği yerlerde toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yapmıştır. Bu geziler yalnız gözlemlere dayalı aktarmaları, anlatıları içermez, araştırıcılar için önemli inceleme ve yorumlara da olanak sağlar. Seyahatname'nin içerdiği konular, belli bir çalışma alanını değil, insanla ilgili olan her şeyi kapsar. Üslup bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi'nin, o dönemdeki Osmanlı toplumunda, özellikle divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı kalmadığı görülür.

 

Divan edebiyatında düzyazı ayrı bir marifet ürünü sayılır, ağdalı bir biçimle ortaya konurdu. Evliya Çelebi, bir yazar olarak, bu geleneğe uymadı, daha çok günlük konuşma diline yakın, kolay söylenip yazılan bir dil benimsedi. Bu dil akıcıdır, sürükleyicidir, yer yer eğlenceli ve alaycıdır. Evliya Çelebi gezdiği yerlerde gördüklerini, duyduklarını yalnız aktarmakla kalmamış, onlara kendi yorumlarını, düşüncelerini de katarak gezi yazısına yeni bir içerik kazandırmıştır. Burada yazarın anlatım bakımından gösterdiği başarı uyguladığı yazma yönteminden kaynaklanır. Anlatım belli bir zaman süresiyle sınırlanmaz, geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Bu özellik anlatılan hikayelerden, söylencelerden dolayı yazarın zamanla istediği gibi oynaması sonucudur.

 

Evliya Çelebi belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır, böylece zaman kavramını ortadan kaldırır. Seyahatname'de, yazarın gezdiği, gördüğü yerlerle ilgili izlenimler sergilenirken, başlı başına birer araştırma konusu olabilecek bilgiler, belgeler ortaya konur. Bunlar arasında öyküler, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masal, mani, ağız ayrılıkları, halk oyunları, giyim-kuşam, düğün, eğlence, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat varlıkları önemli bir yer tutar.

 

Evliya Çelebi insanlara ilgili bilgiler yanında, yörenin evlerinden, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra gibi değişik yapılarından da söz eder. Bunların yapılış yıllarını, onarımlarını, yapanı, yaptıranı, onaranı anlatır. Yapının çevresinden, çevrenin havasından, suyundan sözeder. Böylece konuya bir canlılık getirerek çevreyle bütünlük kazandırır. Seyahatname'nin bir özelliği de değişik yöre insanlarının yaşama biçimlerine, davranışlarına, tarımla ilgili çalışmalarından, süs takılarına, çalgılarına dek ayrıntılarıyla geniş yer vermesidir. Eserin bazı bölümlerinde, gezilen bölgenin yönetiminden, eski ailelerinden, ileri gelen kişilerinden, şairlerinden, oyuncularından, çeşitli kademelerdeki görevlilerinden ayrıntılı biçimde söz edilir. Evliya Çelebi'nin eseri dil bakımından da önemlidir.

 

Yazar, gezdiği yerlerde geçen olayları, onlarla ilgili gözlemlerini aktarırken orada kullanılan kelimelerden de örnekler verir. Bu örnekler, dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuştur. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si çok ün kazanmasına rağmen, ilmi bakımdan, geniş bir inceleme ve çalışma konusu yapılmamıştır.1682'de Mısır'dan dönerken yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır.

Bu gezilerinde önemli mektuplar götürmek ya da savaşa katılmak gibi çeşitli hizmetlerde bulundu. Gördüklerini ve gözlemlerini Seyahatname eserinde tarih ve yer belirterek yazdı. Gerçekçi bir gözle izlenen olaylar, yalın ve duru, zaman zaman da fantastik bir anlatım içinde, halkın anlayacağı şekilde yazılmış, yine halkın anlayacağı deyimler çokça kullanılmıştır.

 

Evliya Çelebi, Seyahatnâme'sinde gezip gördüğü yerleri kendi üslûbu ile anlatmaktadır. Olaylara çoğu defa alaycı bir tavırla yaklaşan Evliya Çelebi, bazen naklettiği olayları renklendirmek amacıyla uydurma haberler ve olaylar da ortaya atmış, okuyucunun ilgisini çekmek için aklın alamayacağı garip olaylara da yer vermiştir.

17. yy.da yaşayan Evliya Çelebi 10 ciltlik Seyahatnamesinde dolaştığı yerlerde gördüklerini duyduklarını anlatmıştır. Eserde Anadolu’nun yanı sıra Kuzey Afrika, İran, Kafkaslar, Orta ve Kuzey Avrupa’dan da bahsedilir. 1630’da başlayan seyahati ölene kadar devam eder. Göreve yeni atanan padişahların kafileleriyle gezip, gördüğü yerleri anlatmıştır. Eserin üç yazması bulunmaktadır. Evliya Çelebi sadece gördüklerini değil değişik kaynaklardan edindiği bilgileri ve söylentileri de hikâye tekniğiyle dile getirir. Seyahatname yüzlerce hikâyeden oluşan bir antoloji gibidir. Yazar eserinde çağının konuşma dilini kullanır. Eserde sade abartılı ve konuşur. gibi yazılan bir dil vardır.

 

 

James Cook

 

James Cook (27 Ekim 1728 - 14 Şubat 1779) İngiliz denizcisi ve kaşifidir. Özellikle Pasifik Okyanusunda yaptığı seyirleri ve bu seyirlerde yaptığı ada keşifleri ile ünlüdür. İngiltere'de Yorkshire'de doğdu. 5 kardeş olan Cook ailesi ile Great Ayton'daki Airey Holme çiftliğine taşındı ve burada okula gitti. 13 yaşında babasına çiftlikte yardım etmeye başladı. 18 yaşında Whitby limanından yola çıkan Free Love adlı kömür gemisinde miço olarak ilk deniz yolculuğuna adım attı. Kaptanlık için gerekli cebir, trigonometri, denizcilikastronomi çalışan Cook, kısa zamanda dikkat çekti. 24 yaşına geldiğinde ikinci kaptanlığa kadar yükselmişti. 1755'te gönüllü olarak Kraliyet Donanması'na katıldı ve İngiltere ile Fransa arasında patlak veren Yedi Yıl Savaşları sırasında Quebec City kuşatmasına katıldı. Haritacılık konusunda başarısı dikkat çekti; kaptanlığa yükseldi. 1760'ta Kanada'daki görevi sırasında St. Lawrence Kanalı'nın haritasını çıkararak 200 ingiliz gemisinin kayıp vermeden Quebec Koyu'na demirlemesini sağladı. 1763 ve 1767 yılları arasında ise Newfoundland adasıyla Labrador yarımadasının haritalarını çıkarmayı başardı.

1768 yılı Mayıs ayında Cook , Pasifik Okyanusu'nu keşfetmekle görevlendirildi. Cook'un yolculuklarının tarihteki önemli etkilerinden biri Avrupa ülkelerinin Pasifik'te kurduğu sömürgelere öncülük etmesi oldu.

İlk yolculuk (1768 - 1771)
İlk yolculuk için Whitby limanından Earl Of Pembroke adlı kömür gemisi satın alındı ve Endeavour olarak adlandırıldı. Gemi Rio De Jenerio'dan Tahiti'ye ulaştı.3 Ocak 1769'da gerçekleşecek Venüs'ün Güneş önünden geçişini gözlemlemek Cook ve ekibinden bu yolculukta beklenen görevlerden biriydi. Geçiş süresi saptanarak önce Venüs'ün dolayısıyla diğer gezegenlerin Güneş'e olan uzaklığı hesaplanacaktı. Ne yazık ki, ölçümlerdeki hata payının beklenenden fazla olmasi bu gözlemin başarısına gölge düşürdü. Cook daha önce 1766'daki güneş tutulmasını gözlemlemişti.Ekim 1769'da Cook Yeni Zelanda'yı ziyaret eden ikinci Avrupalı oldu. Daha önce tek bir ada olduğu düşünülen Yeni Zelenda'nın iki adadan oluştuğunu keşfetti ve Kuzey Adası ile Güney Adası arasındaki boğaz Cook Boğazı adını aldı.
Nisan 1770'te Avustralya'nın güney kıyıları keşfedildi. 16 Haziran'da Endeavour Avustralya'nın güney doğusu açıklarında karaya oturduğunda gemi kıyıda onarıma alınırken; Avustralya bitkileri üzerine ilk koleksiyonları oluşturdular. Ardından gemi Afrika'nın güney ucundaki Ümit Burnu'na (Cape of Good Hope) ilerledi. 1771'de Endeavur İngiltere'ye geri döndü. Dönüşünden sonra günlükleri yayınlanan Cook bilim dünyasında da tanındı.

İkinci yolculuk (1772 - 1775)
18. Yüzyılda Ekvator'un güneyinde keşfedilmemiş topraklar olduğuna inanılıyordu. Cook'un ikinci yolculuğu öncelikle bunu kanıtlamaya yaradı. Bu yolculukta Cook daha önce hiçbir Avrupalı'nın ilerlemediği kadar güneye ilerledi. Antarktika'nın çevresini dolaştı. Ancak kıtayı çevreleyen buzlar karanın görünmesini engellediğinden Antarktika'nın varlığı 1840'a kadar kanıtlanamadı. 1775'te İngiltere'ye döndüğünde Kraliyet Donanması Cook'a onursal emeklilik hakkı tanısa da bu Cook'u denizlerden uzak tutmadı.

Üçüncü yolculuk (1776 - 1779)
Cook Temmuz 1776'da üçüncü yolculuğuna çıktı; bu kez Avrupa ve Asya arasında kuzeyden bir bağlantı olup olmadığını araştırdı. Bu başarısız girişimin ardından 1778'de Hawaii Adaları'na ulaşan ilk Avrupalı oldu. Daha sonra Afrika'nın güney ucunu dolaşarak, Hint Okyanusu'na yöneldi. Kuzey Amerika'yı keşfetmek üzere doğuya yöneldiğinde bilmeden Juan de Fuca Bogazı'nı geçti. Kuzey Buz Denizi'ne ulaşmayı hedeflediğinde dev buz kitleleri yolunu kesti ve Hawaii'ye geri döndü. Geminin teknelerinden birinin çalınması üzerine yerlilerle çıkan tartışmada Cook öldürüldü (14 Şubat 1779).

 

Jules Verne

 

Jules Verne gençliğini Nantes’da Feydeau Adası’nda geçirdi. Ailesinin Chantenay’da kente yakın bir evi daha vardı. 1847’de hukuk okumak üzere Paris’e gitti. Evlendikten sonra eşiyle birlikte birkaç yıl Paris’te kaldı. Sonra (artık Paris’in bir bölgesi olan) Auteuil’e ardından Le Crotoy’a taşındılar. Jules Verne 1871’de yaşamının geri kalanını geçireceği Amiens’e yerleşti. Boulevard Guyencourt 23’te (1871-1873), Boulevard Longueville 44 (1873-1882) ve Rue Charles-Dubois 2’de (1882-1900) oturduktan sonra Boulevard Longueville’e döndü ve 1905’te ölünceye kadar orada yaşadı.

 

Balonla Beş Hafta adlı romanı ile büyük ün kazandı. Yazar birçok icatı önceden tahmin ettiği için "bilim falcısı" lakabı ile anılır. Denizaltı, uzay yolculuğu gibi onun zamanında olmayan birçok olayı öngördü. Kitaplarında öngördüğü icatlara genelde onun kullandığı isimler verilmiştir. Jules Verne eserleri, dünyada başka dillere en çok çevrilmiş yazardır. Eserleri 148 dile çevrilmiştir.

 

Jules Verne hangi ülkelere gitti?

 

1859’da, arkadaşı Aristide Hignard’la birlikte İngiltere ve İskoçya’ya gitti. Gezi programı şöyleydi: Bordeaux, Liverpool, Edinburgh, İskoçya, Londra, vd. Yakınlarda yayınlanan Geri Geri İngiltere’ye adlı romanın esin kaynağı bu gezi olmuştu.

 

Jules Verne 1861’de yine Hignard’la birlikte İskandinavya’ya, özellikle de Norveç ve Danimarka’ya gitti. O gezideyken, eşi Honorine oğulları Michel’i doğurdu.

1867’de, Jules Verne ve kardeşi Paul, Great-Eastern gemisiyle Amerika Birleşik Devletleri’ne gittiler. Yalnızca birkaç gün kaldıkları bu ülkede New York’u ve Niagara çavlanını gezdiler. Verne, Amerika izlenimlerini Yüzen Şehir’de anlatır.

 

1872’de Londra ve Woolwich’e gitti.

 

1871-1873 yıllarında Hetzel’in davetlisi olarak Jersey, Guernsey ve Sark’a gitti.

 

1876’da İngiltere kıyılarını dolaştı.

 

Verne 1878’de yatı Saint-Michel III’le uzun bir geziye çıkarak Lizbon, Tanca, Cebelitarık ve Cezayir’i dolaştı.

 

1879’da yine Saint-Michel III’le İngiltere ve İskoçya’ya gitti. Yarmouth, Edinburgh ve Dover’la Hebrid adalarını vd. ziyaret etti.

 

1880’de İrlanda, İskoçya ve Norveç’e gitti.

 

1881’de Saint-Michel III’le bu kez Hollanda, Almanya ve Danimarka’yı gezdi. Paul Verne bu geziyi Rotterdam’dan Kopenhag’a adlı kısa öyküsünde anlattı.

 

Verne 1884’de Saint-Michel III’le Akdeniz’de bir geziye çıkarak Cezayir, Malta, İtalya ve diğer ülkeleri dolaştı.

 

1887’de, Belçika ve Hollanda’da bir turneye çıkarak, dinleyicilere Sıçan Ailesi adlı öyküsünü okudu.

 

Kaynaklar :

Bu sayfada yer alan bilgiler web üzerindeki yayınlanan muhtelif kaynaklardan derlenmiştir. Bkz:

 

Ufuk Şanlı, “Dünya Kazan Ben Kepçe”, Aksiyon Dergisi, Sayı: 292 - 08.07.2000

http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=364

http://www.vikipedi.com.tr

 

 © COPYRIGHT 2008, ALL RIGHTS RESERVED CANAKTAN.ORG