Can Aktan'la SURİYE'ye Yolculuk |
ŞAM
Emeviye Camiisi
Akdeniz'den Çin'e uzanan İpek yolunun üzerinde, Mezopotamya'nın tam ortasında ve tüm Ortadoğu gezilerinin başlangıç noktası olan Suriye Gezisinde; Osmanlı etkisinin en fazla hissedildiği Şam, oryantalizmini ve arabesk atmosferini bütün cömertliği ile ziyaretçilerine sunmaktadır. İslamın ilk önemli merkezi olan Emevi Camisi, Süleymaniye Tekkesi, ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinin sergilendiği ve bir Osmanlı eseri olan Azem Sarayı, tüm canlılığı ve renkliliği ile en önemli uğrak yeri olan Hamidiye çarşısı. Asi nehri üzerindeki dev tekerlek şeklindeki Noriaları ile ünlü Hama Şehri. 4000 yıldır aralıksız varolan dünyanın en eski şehri Halep ve eşi benzeri bulunmayan ve bronz çağdan bugüne gelen tüm medeniyetlerin izlerini barındıran ünlü Halep Kalesi, tüm gelenekselliğini koruyan çarşıları, ilginç bir örnek olan Ulu cami. Suriye'deki en eski uygarlık merkezi olan Apamea ve Haçlılardan kalma ve iyi korunarak bugüne kalabilen Crak des Chaveliers kalesi. Roma döneminde zenginliği ile sanatta kendi sitilini yaratan, Ortadoğu'nun büyüleyici antik kenti ve çöl kraliçesi Zenobia'nın şehri Palmyra. Ürdün sınırına yakın, tarihi Bosra kenti.
Şam'daki en önemli gezi yerlerinden bazıları şunlardır:
Emeviye Camisi: Şehrin en büyük, en eski ve görkemli camisidir. Kilise olarak kullanılmakta iken Şam'ın Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra, 705 yılında Emevi Halifesi Velid bin Abdülmelik tarafından bir kısmı camiye çevrilmiştir. Daha sonraları yapılan tadilatlarla genişletilerek bugünkü halini almış ve tamamı cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Müslümanlar tarafından kıyamete yakın Hz.İsa'nın yeryüzüne ineceği rivayet edilen "ak minare" bu camiye aittir. Camide ayrıca, Hz.Yahya Peygamberin kabri ile İmam-ı Hüseyin'in Kerbela'da Yezid'in adamları tarafından kesilen ve Şam'a getirilen mübarek başlarının defnedildiği ve ziyaret edildiği bölüm bulunmaktadır. Avluda bulunan 8 sütun üzerine yükselen hazine kubbesi, kamu hazinesini korumak amacıyla Abbasiler döneminde yapılmıştır.Caminin ilginç yönlerinden birisi de, dört farklı mezhebi temsilen dört ayrı mihrap yapılmış olmasıdır. Ünlü İslam alimi İmam-ı Gazali Hz.'leri meşhur eseri İhya-u Ulumid-din'i bu camide kaleme almıştır. Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi Hz.'leri ünlü Şam Hutesi'ni (Hutbe-i Şamiye) 1911 yılında bu camide irad etmiştir.
Hamidiye Çarşısı:
1863 yılında Osmanlı Padişahlarından Sultan Abdülhamid Han
tarafından yaptırılmıştır. Yapı olarak İstanbul'daki kapalı çarşıyı
andıran Hamidiye çarşısı yerli ve yabancıların en çok rağbet
ettikleri mekanlardan birisidir. Genel olarak ipek kumaş, kadın
giysileri, çeyizlik ve turistik eşyaların satılmakta olduğu çarşı
yaklaşık bir kilometre uzunluğundadır.
Süleymaniye Külliyesi: Osmanlı mimarisinin güzel örneklerinden biri olan Süleymaniye Külliyesi, 1554 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Külliye'ye 1566 yılında Süleymaniye Medresesi eklenmiştir. Son derece yalın ve abartısız bir iç mimarî düzene sahip olan ve Mimar Sinan'ın "Kalfalık eserlerimden biridir" dediği külliye özellikle Türk ve diğer yabancı turistlerin uğrak mekanlarından birisidir. Avluda şu anda bir Askeri Müze bulunmasının yanı sıra külliye kısmında da turistik eşyalar satan bir kaç dükkkanı mevcuttur.
Ayrıca Külliye içerisinde, 1926 yılında İtalya'nın San Romeo kentinde vefat eden son Osmanlı Padişahı Sultan Vahdettin'in mezarı da yer almaktadır. Son dönem Osmanlı padişahlarının torunlarından bazılarının mezarlarının da içerisinde bulunduğu bu küçük mezarlık, sadece Türk ziyaretçilere özel olarak açılmaktadır. Mezarlığın bakım ve tadilat masrafları ise Türkiye tarafından karşılanmaktadır.
SURİYE ÜZERİNE BİR GÜZEL YAZI Müslümanlığın hakim etkisi görülse de, Suriye ‘dinlerin ve kültürlerin barış içinde yaşadığı’ bir ülke olmayı hedefliyor. Şam’da yaptığımız yürüyüş turunda, yolumuz Hıristiyan mahallesine düşüyor. Bu bölgede Ortodoks, Katolik ve Ermenilere ait birkaç kilise bulunuyor. Mithat Paşa Caddesi’ndeki antikacıları dolaşıp Doğu Kapısı’ndan (Bab-ı Şarki) geçiyoruz. Şehrin tam yedi kapısı var. Daracık sokakların, taş evlerin, evlerin ortalarındaki geniş avluların birbirine açılarak büyülü bir yol oluşturduğu yedi kapı... Adları da kendileri kadar güzel; Doğu Kapısı, Cennet Kapısı, Barış Kapısı, Küçük Kapı, Sevinç Kapısı… Kurulduğu günden bugüne insan yerleşiminin kesintisiz sürdüğü, dünyanın en eski başkenti Şam. Yaklaşık dört bin yıllık bir tarihten söz ediyoruz. Efsane o ki, Hz. Muhammed Mekke’den dönüşünde Şam’ı kuşatan tepelerden kenti seyredip hayran kalmış, fakat ziyaret etmek istememiş. Nedenini soranları ‘Cennete yalnızca bir kez gitmek istiyorum, o da öldüğüm zaman’ diye yanıtlamış. Şam eski ve yeni kent olmak üzere iki bölüme ayrılıyor. Yeni kent modern yapılarıyla pek cennete benzemese de, Şam’ın merkezinde yer alan ‘eski kent’ buram buram tarih kokuyor. Görkemli camiler, çeşmeler, kubbeli yapılar, sütunlar… Farklı kültürlerin bıraktıkları izlerle dolu daracık taş sokakları yürüyerek dolaşmaya karar veriyoruz. İnsan yüzlerini, günlük hayatını yaşayanlar için sıradan ama bir gezgin için olağanüstü sayılabilecek ayrıntılarını yakalamanın tek yolu bu. Bir zamanlar kente hayat veren Barada Irmağı şimdi kahverengi bir su halinde akmakta usul usul. Eski kentin kalbindeki Şam Kalesi’nin güneyinde yer alan Hamidiye Çarşısı, 1863’te Sultan Abdülhamit tarafından yaptırılmış. Zenginle yoksulun aynı çatı altında buluştuğu çarşıda, el işi ipekler, sedef kakma tavlalar ve kutular, gümüş, altın, zümrüt ve yakut gibi taşlarla işlenmiş değerli hediyelik eşyaların satıldığı dükkanların hemen yanı başında, başörtüsü satan bir başka dükkana rastlayabilirsiniz. Kalenin doğusunda, İslam dünyasının en muhteşem eserlerinden biri olan Emeviye (Umayyad) Camii yer alıyor. Dünyanın en büyük camilerinden biri olan yapının tarihi oldukça eskilere dayanıyor. MÖ 9. yüzyılda Aramilerin tanrıları Hadad için inşa ettikleri tapınak, Roma döneminde Jüpiter tapınağı olarak genişletilmiş. Bugünkü cami duvarlarının büyük bir bölümünü tapınak kalıntıları oluşturuyor. M.S. 705 yılında, kalıntılar olduğu gibi yıkılarak caminin inşasına başlanmış. Tüm duvarlar değerli mozaikler ve taşlarla kaplanmış, ahşap tavan işlemeleri altın kakmalarla süslenmiş. Müslümanlığın hakim etkisi görülse de, Suriye ‘dinlerin ve kültürlerin barış içinde yaşadığı’ bir ülke olmayı hedefliyor. Kent içinde yaptığımız yürüyüş turunda, yolumuz Hıristiyan mahallesine düşüyor. Bu bölgede Ortodoks, Katolik ve Ermenilere ait birkaç kilise bulunuyor. Mithat Paşa Caddesi’ndeki antikacıları dolaşıp Doğu Kapısı’ndan (Bab-ı Şarki) geçiyoruz. Şehrin tam yedi kapısı var. Daracık sokakların, taş evlerin, evlerin ortalarındaki geniş avluların birbirine açılarak büyülü bir yol oluşturduğu yedi kapı... Adları da kendileri kadar güzel; Doğu Kapısı, Cennet Kapısı, Barış Kapısı, Küçük Kapı, Sevinç Kapısı. Sokakların hareketliliği, günlük yaşamın koşturmacası bizi hayal dünyasından biraz uzaklaştırsa da, eski Şam evlerini dolaşırken yine zamanın içinde savrulup gidiyoruz. Tavan ve duvar süslemeleri, mermer mozaik ve sedef kakma yer döşemeleri, iç avlulardaki çeşmeler muhteşem ayrıntılarla bezenmiş. İç dekorasyon ise oldukça tanıdık: Divanlar, ipek yastıklar, İran halıları, porselen ve cam eşyaların saklandığı dolaplar, sedef kakmalarla süslenmiş çeyiz sandıkları... Şam’ın özgün mimarisini en güzel yansıtan örneklerden biri de Azem Sarayı. Geçmişte Şam valisi Azem Paşa’nın özel rezidansı olarak kullanılan yapı, şimdi bir etnografya müzesi olarak hizmet veriyor. Hicaz tren istasyonu Şam’daki önemli Osmanlı eserlerinin arasında yer alıyor. Proje ile İstanbul’un, Şam üzerinden kutsal Mekke ve Medine şehirlerine bağlanması hedeflenmiş. 1914’de patlak veren 1. Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, demiryolunun tamamlanmasına izin vermemiş. Şimdi Hicaz tren istasyonu binası, görkemli tavan işlemeleri ve sembolik kara treniyle turistleri ağırlıyor. Büyük bir dikdörtgen çizerek Şam’ın eski şehrinde yürüyüş turumuzu tamamladık. Akşam karanlığı bastırmak üzere, Hamidiye Çarşısı’nda ve civar sokaklarda seyyar satıcıların boy gösterme vakti şimdi. Şehir derin bir uykuya gömülene kadar çınlayacak sesler sokaklarda. Akşam yemeğinden sonra tavla ve domino oynanan bir kaldırım kahvesinde, nargile dumanları arasında yudumladığımız sıcacık çaylar içimizi ısıtıyor. Palmira’yı görmek için yola koyuluyoruz. Kral Odainat, Roma ordusunu yenilgiye uğratmasına rağmen öldürülünce, yerini alan karısı Zenobia, bağımsızlığını ilan etmiş. Günün her saatinde öyle, ama özellikle gündoğumları ve günbatımlarında Palmira gizemli bir kente dönüşüyor. Etrafını çevreleyen çölün ortasından yükselen bir serap kent o. Şehirdeki kalıntıların büyük bir çoğunluğu MS 2. yüzyıla tarihleniyor, ama ilk yerleşimin MÖ 2 bin yıla kadar uzandığı tahmin ediliyor. Bölge Çin ve Hindistan’dan Avrupa’ya uzanan eski ‘İpek Yolu’ üzerinde önemli bir durak sayılıyor. Akşam günbatımını izleyerek ayrılıyoruz Palmira’dan. Şam’da yediğimiz yemeğin ardından küçük bir tatlı kaçamağı yapmaya karar veriyoruz. Şeker ve tatlıcı dükkanlarına Şam’ın neredeyse tüm caddelerinde rastlayabilirsiniz. ‘Şambaba tatlısı’ ve ‘şamfıstığı’ gibi Türkçe’ye girmiş sözcüklerin, tatlılarla ilgili olmasına şaşmamak gerek. Vitrininde burma tatlısından yapılmış küçük bir tepe olan tatlıcıyı gözümüze kestiriyoruz. Karışık bir tatlı tabağı hem gözümüze, hem de midelerimize bayram ettiriyor. Şam’a bir saat uzaklıktaki Maalula köyündeyiz sonraki gün. Dağların kayalık yüzüne kurulmuş köyün en önemli özelliği, İsa’nın dili olarak bilinen Aramice’nin halen konuşulduğu bir yer olması. Köyün en önemli yapılarından biri olan St.Tekla Manastırı’nı dolaştıktan sonra, kayaların içindeki doğal bir tünelden geçerek tepeye, St. Serge Kilisesi’ne çıkıyoruz. Şam’da son günümüz bir veda gezisi gibi geçiyor. Artık ‘bizim mahalle’ saydığımız sokaklarda dolaşıp, rengarenk ayrıntılarla süslenmiş otobüslere biniyoruz. Eski devlet başkanı Hafız Esad ve oğlu Beşar Esad, devlet binalarının cephelerini kaplayan kocaman resimleri ve meydanlardaki heykelleriyle Şam’ın heryerinde varlıklarını duyumsatıyorlar. Kenti çevreleyen tepelerdeki evlerin ışıkları, gökyüzüne dağılmış ateş böcekleri gibi gecenin içinde parıldıyorlar öylece. Kasiyun Dağı’nın eteklerindeki kentten ayrılırken, çocukluğumdan kalan bir söz takılıyor dilime: ‘Bundan iyisi Şam’da kayısı’. http://www.thegate.com.tr/?sid=82cf88b6e2501769c8c008364903c885&subid=215 |
|
© COPYRIGHT 2008, ALL RIGHTS RESERVED CANAKTAN.ORG